Akarı yok, kokarı yok, temiz iş...
Akarı yok, kokarı yok, temiz iş… Herhalde, galüba, sanursam… Aboovvv… Vahit Emmi… Zelüha… Koçlarım, piliçlerim…
Armağan, Rüya, Cansu, Ayten… Haydar, Recep, Satılmış, Sabit ve diğerleri…
Tüm bunlar size neyi anımsatıyor?
Bir televizyon dizisinden çok fazlasını belki de. Arnavutköy’deki "7" kapı numaralı o şirin ev, o şirin evde akraba olmadan aile olabilmiş bir avuç genç ve anne baba sıcaklığında bir çift. Nasıl unutulur ki?.
90’lı yılların ikinci yarısında özel televizyonların yakaladığı müthiş izleyici potansiyeli, çeşitlilik, zenginlik, sansürsüzlük ve özgürlükle beraber, o zamanlara dek TRT tarafından sakınılan ne varsa onları da önümüze boca etmişti. Artık ekran yüzü olmak için güzel olmak, yakışıklı olmak yetiyor, güzel ve yakışıklı kim varsa, sunucu, oyuncu, şarkıcı olma kredisini baştan kazanıyordu. Zaten bunca televizyon kanalına iş yapacak yeterli sayıda donanımlı, liyakatli insan yoktu. İster istemez ucuz, derme çatma televizyon programları çıkıyordu ortaya. Bu durum dizilere de ziyadesiyle yansımış, ortalık kötü senaryolar, kötü rejiler, kötü oyunculuklarla dolu dizilerden geçilmez olmuştu.
Tam da o sıralarda TRT, bir atak yapıp 2000-2001 sezonuna çok sağlam bir dolu diziyle girdi. Hülya Koçyiğit ve Cihan Ünal’lı “Nisan Yağmuru”, Müjde Ar ve Erdal Özyağcılar’lı “Karakolda Ayna Var”, Metin Akpınar ve Nurseli İdiz’li “Baykuşların Saltanatı”, Zeki Alasya ve Selma Güneri’li “Dedem, Gofret ve Ben”, Perran Kutman’lı “Üzgünüm Leyla” bunlardan bazılarıydı.
TRT’nin televizyon tarihine geçecek bu dizi çıkarmasında pek de tanıdık olmayan oyuncuları nedeniyle önceleri pek dikkat çekmeyen “Yedi Numara”, sonrasında adı geçen diğer tüm diziler birer ikişer biterken, hepsinden çok daha fazla uzun ömürlü olacak ve çok sevilecekti.
“Yedi Numara”nın ilk bölümü, 9 Ekim Pazartesi gecesi, “Üzgünüm Leyla”nın hemen ardından yayına girdi. O zamanlar diziler 45-50 dakika sürdüğü için bir gecede iki dizi birden yayınlanabiliyordu.
Tam tabiriyle “iyi kalpli insanların dizisi”ydi Yedi Numara. Farklı kültürlerde yetişmiş yedi genç ve ev sahipleri karı kocanın sıcak, insancıl hikâyeleri, kültür farklılıklarının getirdiği çatışmalarla örülerek çoğunlukla komik ama bir o kadar da duygusal bir zeminde anlatılıyordu. Her bir karakterin kendine has bir dil, bir üslubu, bir hikâyesi vardı. O yüzden yer yer komedinin gereği olarak abartıya kaçsa da inandırıcı geliyordu izleyenlere.
Nitekim “Yedi Numara”, üç yıl boyunca TRT’nin as dizilerinden biri olmakla kalmayacak, yıllar sonra da hatırlanan, hakkında konuşulan bir televizyon fenomenine dönüşecekti.
“Yedi Numara”nın müzikleri Serdar Kalafatoğlu tarafından yapılmıştı. Kalafatoğlu, daha konservatuar öğrencisiyken dizi ve film müziği yapma hayalleri kurmuş, bu şansı 1987 yılında TRT için “Ateşten Günler” dizisiyle ilk kez gerçeğe dönüştürmüştü. Peşi sıra “Bir Tren Yolculuğu”, “Ayaşlı ve Kiracıları”, “Manken” ve “Geçmiş Bahar Mimozaları” dizileri geldi.
1994 yılında “Bir Aşk Uğruna” filmi için yaptığı müziklerle Altın Portakal kazanan Serdar Kalafatoğlu’nun bilinen en popüler dizi müziği ise 1995 yılında yayınlanmaya başlayan “Bir Demet Tiyatro” için yaptığı müzik oldu. “Yedi Numara”nın müziği de diziyle birlikte klasikleşen bir başka Serdar Kalafatoğlu çalışması olarak akıllarda kaldı.
Şimdiki gibi saf ve katıksız kötülüğün sadece dizilerde değil, hayatlarımızda da olmadığı zamanlar çok da eskide kalmadı aslında. Henüz milenyumun başında bile malzemesi doğal insan ilişkilerinden fazlası olmayan diziler bizi mutlu edebiliyormuş. Sonra ne oldu, nasıl oldu da bu hale geldik, orası uzun, çok uzun bir tartışma konusu.