Eylül ayı televizyon dünyası için sezonun açılışı demektir ama sinema dünyası için de festival sezonunu başlar. O nedenle ben de TV sezonunu açar açmaz soluğu diğer tutkum sinemada alır ve festivalleri takip ederim. Ve festival dönemi Ayvalık’la başlar. Yazın son demleri yaşanırken Ayvalık sokakları sinemacılarla, sinemalar izleyicilerle, kafeler festival takipçileriyle dolar taşar. Hatta hava güzelse boş zamanlarda plajları da sinemaseverler doldurur. Seyir Derneği ve Azize Tan’ın önderliğinde bu yıl üçüncüsü düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali salı günü başladı. Bu festivalde bir yarışma yok. Belki de rekabet yerine seyir keyfini bu kadar lezzetli kılan bu! Ancak festivalin bir ödülü var. Her yıl Mey Diego genç bir sinemacıya “Yeni Bir…” ödülü veriyor. Jürinin yeni bir ödülü bu yıl kurgu dalında verildi. Ödül Büyük Kuşatma filminin kurgucusu Lisa Aksel Ayhan’a gitti. Ancak sahneye yönetmen Sinan Kesova geldi. Ödülü alırken “Bağımsız sinemacılar olarak küçük bir ekiple her şeyi yapıyoruz. Jenerikte her şeyde adımız yazınca antipatik duruyor. O nedenle kurgu için ben mahlas kullandım. Lisa Aksel Ayhan benim” dedi. Kesova’ya tebrikler ve bu sürecin kendisi bile film gibi geliyor bana!
COPPOLA’NIN 40 YILLIK RÜYASI
Festivalin açılış filmiyse Francis Ford Coppola’nın 40 yıllık rüyam dediği “Megalopolis”ti. İlk kez Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde gösterilen film bize siyasi bir masalı epik bir biçimde anlattı. Geçmiş ve gelecek arasında yaptığı geçişler ve göndermelerle bir metafor yağmuruna tutulacağınızı garanti ederim. O nedenle 27 Eylül’de vizyona girecek film için uykunuzu almış ve beyninizi boşaltarak sinemaya gidin! Zira Coppola’nın referanslarına ve 40 yıldır kafasının içinde çektiği filmi anlamak için yorgun olmamalısınız. Ayvalık Uluslararası Film Festivali’ni çok seviyorum, çünkü küçücük bir ekip kocaman bir dünyayı size sunuyor. Otelinizden yürüyerek sinemaya gidip, boş vaktinizde tarihi sokaklarda gezip, harika yemekler yiyip, kahvenizi içip, rakı-balık-Ayvalık üçlemesini yapıp, isterseniz film arasında denize girip arınıp yeniden filme girebiliyorsunuz. Sabah Amerikan filminden Portekiz’e, Türkiye’den İran’a gidip Ayvalık’lılarla sohbet ederken geceyi kapatıyorsunuz. Bu yılda aynı samimiyetle devam ediyor.
TRUMP’UN KÖTÜLÜKTEN KORKUNÇLUĞA GİDEN HİKAYESİ
Festivalin ikinci günü Ali Abbasi’nin Çırak (Trump’ın Hikayesi) filmiyle başladım güne. Sebastian Stan, Jeremy Strong, Martin Donovan’ın başrolleri paylaştığı film; 1970’ler ve 1980’lerde Donald Trump’ın iş dünyasına girdiği yılları anlatıyor. Babasının gözüne girmek isteyen, hırslı ve hevesli bir gençten korkunç bir iş insanına nasıl dönüştüğünü anlatırken objektif bir perspektif sunuyor. Trump’ın masumiyetini kaybedip adıma adım kötü adamlığa yükselişi izliyorsunuz. Muazzam bir atmosfer yaratmış Ali Abbasi… Kusursuza yakın bir sanat yönetimi var. Bir an bile dönemden şüphe etmiyorsunuz. Sebastian Stan hem fiziksel, hem de ruhsal olarak Trump’ı yansıtmış. Ama Jeremy Strong yine efsana bir karakter çıkarmış. Succession dizisinde yarattığı Kendall karakteriyle 6 sezon hepimizi ekrana kilitleyen Strong, filmde Trump’ın kötülükten korkunçluğa geçişinin mimarı avukat Roy Cohn karakterini oynamıyor, yaşıyor. Kelimenin tam anlamıyla tertemiz bir film Çırak.
FARKLILIKLARIMIZLA LEZZETLİYİZ
Ben ikinci günü 6 kısa film izleyerek tamamladım. Ömer Ferhat Özmen’in Eksi Bir filmi küçücük bir apartmana sığdırdığı kocaman hikayesiyle dikkat çekiyor. Apartman yöneticisinin bodrum kattan gelen bir kokudan dolayı yabancı dediği kiracıların çıkarılması için imza toplamasını anlatan filmde; her dairede bir hayat, bir sorun, ülkenin kokuşmuşluğunun yansımasını görüyorsunuz. Toplumun ötekileri, göç sorunu, önyargılar bir apartmandan ülkeye yansırken, bir pilavın farklı lezzeti çözümü sunuyor. “Farklılıklarımızla lezzetliyiz” diyor. Günün ikinci kısa filmi Çağıl Bocut’un Her Gün Biraz Daha Kolay filmi oldu. Yüzme takımına girmek için çabalayan Cemre’nin hayatı bir yandan sınav stresi, aile baskısı, erkek arkadaşının beklentileriyle mücadelesini anlatıyor. Mahalle baskısı ve namus algısıysa tüm iki yüzlülüğüyle perdeye yansıyor. Üçüncü kısa film Melis Balaban imzalı Kontrpiye. Çok iyi anlaşan bir baba-kız hikayesinin ortasına bir erkek arkadaş düşüyor. Onun yerinin neresi olduğuna babası gibi filmde tam olarak karar veremiyor. Kadıköy’de bir Fenerbahçe maçı öncesi atmosferinde geçen film için Balaban kendi hayatından benzerlikler taşıdığını söylüyor.
MASKULENLİĞİN KIRILIŞINA ŞAHİTLİK EDİYORUZ
Dördüncü kısa film İlayda İşeri’nin Oyunbozan’ıydı. 12 Eylül öncesi Ankara’da bir evde yaşlı anneanneleriyle kalan iki küçük kardeşin bir gününü anlatıyor film. Yıldız Savaşları hayranı bu iki kardeşin hayal dünyası beyazperdeye yansıyor. İlayda İşeri bu filmi 18 yaşında çekmiş ve gelecek vaat eden 20 yaşında bir genç geliyor. Bu ismi aklınızın bir köşesine yazın! Beşinci kısa film Can Merdan Doğan’ın En Uzun Gece’siydi. İlk filmi Stiletto’yla dikkat çeken Can Merdan Doğan, En Uzun Gece’yle şaşırtıcı, gerçekçi ve toksik bir maskulenliğin dönüştüğü kırılganlığı yansıtıyor. Kız isteme öncesi bir evde toplanan kadınlar ve iki bacanak… Bir odada kadınlar var ama konuştukları her şey erkek dünyasının bakış açısını yansıtıyor. Ataerkil düzenin en büyük temsilciliğini de kadınlar yapıyor. Bu sırada bir yatağa sıkışan maskulenliğin kırılışına şahitlik ediyoruz. Çarpıcı, sarsıcı bir film En Uzun Gece. Can Merdan Doğan ikinci kuir filmiyle de kırılgan erkeklik kavramını yaratıcı bir anlatımla beyazperdeye taşıyor. Uzun metrajını merakla bekliyorum. Altıncı kısa film Emine Uysal Berger ve Özgür Ceylan’ın Gukla’sıydı. Yerinden yurdundan edilenlere adanan filmin derdi de tam olarak bu! Sığınmacı bir anne ve bebekle, göç ettirilmiş bir hayalet… Ve onların eşlikçisi kentsel dönüşümle evinden çıkarılan bir kadınla, toplumun meczup olarak nitelediği bir adam… Yani herkes yersiz yurtsuz. Ortada da bir hayalet var. Siyasetin, yanlış politik kararların yarattığı bir hayalet… Geçmişin bugüne yansıması gibi… Bütün korkularda zaten hayatımızın hayaleti değil mi?
TAKİP ETMEYİ UNUTMAYIN
Her akşam bir sponsorun düzenlediği kokteyller, filme giderken Ayvalıkzade’nin şahane kahvelerini içmek, her sokaktan yükselen lezzet kokusu da festivalin güzel geçmesinin cabası… Ayvalık’tan bildirmeye devam edeceğim. Takip etmeyi unutmayın…