İçinde bulunduğumuz bu zor dönemde, hepimiz evlerimizin bir parçası haline gelmiş durumdayız. Kimimiz günlerini dizi ya da film izleyerek değerlendiriyor, kimimiz ise kitaplığında eskittiği kitapları tekrar okumaya başladı. Bu bir döngü haline gelmiş durumda… Birini bitirirken yenisine başlıyoruz ve bu sürüp gidiyor. Televizyonda her hafta izlediğimiz dizilerin çekimlerinin durdurulması sebebiyle de eski diziler yeniden ekranlarda gösterilmeye başlandı. Bu dizilerin bir kısmı da kitaplardan uyarlanmış olanlar.
Uyarlama işlere baktığımız zaman; Türk dizilerinde de, yabancı dizilerde de kitapta okuduğumuz sahnelerin değiştirildiğini ya da hiç çekilmediğini görebiliriz. Benim üzerinde durmak istediğim konu da bu… Genelde bir filmi izledikten sonra kitabını okumak daha güzel oluyor. Çünkü filmde izlediklerime ek olarak kitapta da farklı sahneler okuyabiliyorum.
Ama kitabı okuduktan sonra filmi izlediğimde, çoğu sahnenin eksik kaldığını ve kitabı tam olarak yansıtamadığını düşündüğüm için filmi kapatıyorum. Bu tür durumlarda filmi kapatmamın bir diğer sebebi de, kitapta okuyup gözümde canlandırdığım karakterlerin aynısını filmde bulamamam aslında. Karşıma sunulan oyuncuyla benim kafamda kurmuş olduğum o karakter bambaşka!
Yazar kitaplarındaki karakterlere özel belirli davranışlar; fiziksel, ruhsal özellikler vermişse de yazarın kurduğu dünyanın aynısını filmde izlemek çok zor. Oysa filme çevrilebilecek kadar büyük bir eserin karşılığı bu şekilde verilmemeli bence. Aksi takdirde o kitabı hiç okumayan bir insan, filmden etkilenip kitaptan da soğuyabilir.
Peki, bir edebiyat eseri sinemaya uyarlanmalı mıdır?
Aslında kesin olarak ulaşabileceğimiz bir yargı varsa bu da hiçbir romanın sinemaya tam olarak yansıtılamayacağıdır. Mutlaka bir yanı eksik kalacak, özellikle ağır büyük eserler çok şey kaybedecektir. Bence olması gereken şey, sadece büyük eserlerin sinemaya uyarlanmamasıdır. Diğer romanlar tam olarak aktarılamasa da bizler için “güzel” niteliği taşıyabilir ancak büyük eserlerin sinemaya uyarlandığında seyirciye tam olarak aktarılamaması büyük bir sorun oluşturur. Hem yazarın açısından, hem okurlar açısından, hem de seyirciler açısından kitap da değerini kaybedebilir.
Örneğin; geçen sene çok severek okuduğum “Çarpık Evdeki Cesetler” adlı romanın filmini izlediğimde yarısında kapatmıştım. Agatha Christie gibi büyük bir yazarın eserinin böyle bir filme uyarlanması beni çok üzmüştü. Öylesine heyecanlı bir kurgu hem karakterlerin, hem de atmosferin güzel yansıtılamamasından dolayı sıkıcı hale gelmişti. Eğer kitabını daha önce okumuş olmasaydım o filmden sonra kitabını almazdım. İşte bu yüzden edebiyattaki büyük eserler dokunulmaz olmalıdır.
Yazar hakkında: 9 Aralık 2006’da İstanbul’da doğan Ceylin Yılmaz, anaokulu ve ilkokulu Özel Marmara Eğitim Kurumları’nda okudu. Şu an Özel Bahçeşehir Koleji’nde 8. Sınıf öğrencisidir. 3 sezon boyunca Erbulak Evi Yazarlık Okulu’nun genç yazarlar sınıfının bir üyesi olarak yazarlık eğitimi aldı. Dağhan Külegeç Yayınları’nın “Umut” ve “İhanet” adlı kolektif öykü kitaplarında birer hikâyesi yer almıştır. Şu anda Erbulak Evi’nde yazarlık eğitmeni Özden İnal editörlüğünde, kısa öykülerden oluşan bireysel kitabı “Sıradan İnsanlar Başkenti” üzerine çalışmalar yapmakta olan 14 yaşındaki Ceylin Yılmaz, 2020 sonbaharında okurla buluşmaya hazırlanıyor.