Farklı olmak insanın doğasında var. Doğa, hayvan türleri, sayısız yaşam formlarının çeşitliliği bunun en büyük kanıtı. Herkesin aynı şeyi düşündüğü birbirine benzediği bir hayat inanılmaz sıkıcı ve kasvetli olurdu. Hepimiz kar taneleri gibi ilk bakışta ne kadar benzesek de hiçbirimiz birbirimizin aynısı değiliz. Bunun doğanın yaratılışın bir parçası olduğunu daha küçükken çocuklara anlatmak okullardaki eğitimle de desteklemek gerek. Aynı görüşte, dinde ırkta olmayanlara hoşgörü ile yaklaşmayı ne kadar erken öğretebilirsek çocuklarımıza fark yaratmak o kadar mümkün. Bu bana Eren’in ilkokuldaki bir anısını hatırlattı. Güleyim mi yoksa ağlayayım mı diye nadir arada kaldığım bir olaydır başımıza gelen.
Eren ilkokula başladı, Erenköy İlköğretim Okulu’na vermiştik. O zaman ne gerek var özel okula o da bizim gibi devlette okusun diye düşünüp yazdırmıştık. Orada çok sağlam arkadaşları oldu, şimdi ayrı şehirlerde olmamıza rağmen kopmadılar. Hatta hikayedeki diğer kahramanız da yine yakın dostlarından.
Bizim evde din, ırk, kadın erkek gibi konularda asla ayrımcılık yapılmaz, insan olan herkese kapımız açıktır. Eren’e de bunu aşılamaya çalıştık. Sıra arkadaşı ve en iyi anlaştığı arkadaşı Musevi'ydi. Ailece görüştüğümüz bu kişiler hala en yakın dostlarımızdan. Fakat bu konu hiçbir zaman evimizde konuşulmadı, asla odağımızda olmadı. Kökleri İspanya’ya uzanan bu aile İstanbul’un da en eski bilinen sayılan cemiyet üyelerinden. Çocukları okula bıraktığımız bir gün yine oturuyoruz Berk’in(isimleri özellikle değiştirdim) annesi ile en önemli bayram günlerinde İspanya’dan akrabaların geleceğini ve evde 20 kişi ağırlayacağından dert yandı. Gelecekleri gün yaklaştıkça da Suzan (geçek adı değil) strese girdi, hazırlandıkça hazırlandı. Paraladı kendini gelecek olan akrabalardan bazılarını ilk defa görüp tanışacağı için. Büyük gün gelip çattığında ise hepimizin sürpriz olan bir olay yaşandı.
Akşam yemeğindeyiz. Suzan aradı sesi bir tuhaf Aslı hemen Eren’i ver dedi. Ne oldu diye soramadan "Hemen vermen lazım" deyince uzattım Eren’e telefonu. Elinde telefon yemek masasının etrafını turlayan Eren’in burnu boncuk boncuk terliyor, yanakları da kıpkırmızı. Anladım bir terslik var ama ne? Sonra bombayı patlattı Eren, "Şimdi Suzan Teyze ben Berk’i Müslüman yaptım, cenneti garantiledim. Bundan sonra dönerse kendi bilir. Ben ona karışamam istiyorsa dönebilir ama ben yine de cennette giderim" demez mi...
Neye uğradığımızı şaşırdık Barış'la, aldık hemen Eren’i sorguya. Meğerse din hocasının derste "Başka dinden olan birini Müslüman yaparsanız cennete gidersiniz" demesiyle başlamış her şey. Bunun üzerine de Berk’in "Biliyor musun biz Musevi'yiz" diye açıklaması cennete giden kapının açılmasına neden olmuş. Bizim hiç haberimiz olmayan bu olay Suzanların en çok bekleyip, önem verdikleri günlerce hazırlandıkları aile buluşması gecesinde ortaya çıktı.
Bütün aile salonda toplanmış dinlerinin ritüellerini yerine getirirken masaya tek oturmayan kişi bizim Berk’miş. "Oğlum gelsene" dedikçe iyice sessizleşen Berk sonunda dayanamayıp bombayı patlatmış. “Ben sizinle o masaya oturamam, ben artık Müslümanım.” "Oğlum nereden çıktı şimdi bu hiç öyle şey olur mu?" dedikçe, Berk "Benim kitabım Kuran-ı Kerim peygamberim Hz. Muhammed’dir" diye açıklamasını sürdürmüştür. Tabii ortalık karışmış nasıl ne zaman bunun gerçekleştiğini sorunca da altından bizim Eren çıkmış. "Oğlum takım değiştirir gibi din değiştirilmez. Eren Fenerbahçeli diye sen de onu tutuyorsun, futbola gidiyor diye, sen de gidiyorsun ama o Müslüman diye sen de olmazsın." şeklinde anlatmaya çalışmışlar. Okulda Kelime-i Şahadet getirten Eren, bizim evde de Kuran’a el bastırmış Berk’i. Nereden bilelim hiç haberimiz yok bu olaydan. Dede fenalık geçiriyor, tüm aile şokta. Bizden şüpheleniyor acaba biz mi yaptırdık diye. Ama sonradan anlaşıldı tabii ki hiç alakamızın olmadığı ama 1 yıl aramızda garip bir soğukluk oldu. Şimdi gülerek andığımız bu olay hepimizi bir dönem fena gerdi. Durumu çocuklara açıklayana kadar akla karayı seçtik. Okula gittik yönetimle konuştuk, rehber hoca, pedagog filan uğraşıp bir şekilde durumu çözdük çözmesine ama o günden beri bir daha da İspanya’dan ne gelen giden oldu Suzanlara o da ayrı. Şimdi her ikisi de gülüp geçiyor bu olaya. Bizim ailede de yeri geldiğinde "Eren nasılsa cenneti garantiledi gidince elbette bizi de yanına aldırır en kötü torpil yaptırır" diye hala şakasını yaparız.
O güne kadar Berk’in hangi dinden olduğunu sorgulamayan haberi bile olmayan Eren’in şimdi çok daha fazla yabancı kültürden, farklı çevrelerden arkadaşları var. Hepsi birbirinden çok şey öğreniyor ve birbirlerini tamamlıyorlar. Her şey evde bitip evde başlıyor aslında. Kadına şiddettin, ayrımcılığın, dışlamanın temelleri hep evlerde atılıyor. Önce biz çocuklarımıza öğretmeliyiz ki onlarda kendi yuvalarını kurduklarında evlatlarına doğruyu aktarsınlar, bizlerden çok daha bilinçli yetiştirsinler. Kısacası cennette gitmenin yolu herkesin kendi evinden, yetiştirdiği çocuktan geçiyor.
Keyifli pazarlar.