Salgın günlerinde çocuk olmak! Hepimiz oyun konsolu, sosyal medya, internet ve video platformlarına kaptırdık çocuklarımızı. Sokak deneyiminden uzakta, onlar için yarattığımız fanusta bir nevi sanal salgın hayatı yaşadılar. Bizden çok daha zeki, deyim yerindeyse bizi söküp baştan takan ama sokağı bilmeden büyüyor çocuklar. Ağaca çıkmadan, mahalleler arası maç yapmadan, yakar top, körebe nedir bilmeden…
Evlere kapandığımız salgın döneminde çok düşündüm çocukları. Kendi dünyalarında nasıl yaralar bıraktı bu süreç, bunu zaman gösterecek. Ama kesin olan bir şey var ki bu süreç çocuklarımızın kurdukları iletişim ve ilişkilerine yansıyan olumsuz bir kısır döngüye neden oldu.
Sokak deneyimi yeri geldiğinde lisans eğitimden de doktoradan da çok daha kıymetli. Ben “Sorun varsa çözümü de vardır” diyenlerdenim. Sorunlara pratik çözüm bulmayı habercilikte yaşayarak deneyimledim.
Bu deneyimlerimden birini de pazar keyfinize keyif katmak için paylaşıyorum.
Bursa genelevine gideceğimi öğrendiğimde haber merkezinin tek kadın kameramanıyla birlikte bir haberdeydik. Son detayları çekerken telefonum çaldı, arayan haber merkezinden istihbarat şefimdi.
Fazla oyalanmadan hemen eve dönmemi yarın erkenden Bursa genelevine gideceğimi söyler söylemez tek bir kelime söylememe fırsat vermeden telefonu kapattı. Suratımdaki ifadeyi gören kadın kameramanım hemen ne olduğunu sordu. Yarın nereye gideceğimi söylediğimde ise “Zaten bir tek girmediğin yer orası kalmıştı" diyerek benimle dalga geçti. Ancak ben ona hiç mi hiç kızmadım hatta tepki bile vermedim çünkü ufak bir ayrıntıyı atlamıştı, Bursa genelevine birlikte gidiyorduk. Şef kadınların sorunlarından yine kadınlar daha iyi anlar mantığıyla yanıma kameraman olarak onu seçmişti. İşte bu nedenle tüm itiraz ve yalvarmaları sonucu değiştirmedi, ertesi gün birlikte gidiyorduk Bursa’ya...
Yanımıza güvenlik açısından bizi koruması için ulaştırmadan yapılı ve güvenilir bir şoför istedik. Onlarda işi fazla ciddiye almış olacaklar ki, bize şoför değil Herkül gönderdiler. Yola erkenden koyulduk, bu haberi akşam bültenine yetiştirmem gerekiyordu fakat Bursa genelevine öyle elini kolunu sallayarak girmek mümkün değil. Valilikten ve de Emniyet Müdürlüğü’nden izin almak gerekiyordu. Biraz telaşlıyım ve şoföre acele etmemizi geneleve girebilmek için bir sürü prosedür halletmem gerektiğini söyleyince gözleri fal taşı gibi açıldı.
Önce anlamadım, fakat bu ilgi meğerse Herkül’ün yani şoförümüzün hayatında ilk kez bir geneleve girecek olmasından kaynaklanıyormuş. Biz “Nasıl yani?” deyince o da başladı anlatmaya. Genelev köylerine uzak bir kasabadaymış. Hem uzak, hem de oraya girmek çok para gerektirdiği için bir türlü gidememiş. Yolumuz uzundu, kısacası o anlattı biz dinledik. En çokta geneleve bile gidemeden görücü usulü evlendirilmesine üzülmüş bizim Herkül. Ancak yolculuğumuzun bundan sonraki kısmı arabadaki kadar eğlenceli geçmedi.
Hem vali, hem de emniyet müdürü geneleve girme izni için beni sandığımdan da fazla uğraştırdılar. Sonunda ikna ettim ve elimde kapı gibi iznimle valilikten çıktım. Ancak saat öğlen olmuştu ve ben fazlasıyla vakit kaybetmiştim. Bir an önce işe saldırmak için sabırsızlanırken emniyetten iki polisin de bize eşlik edeceğini öğrendim. Dediklerine göre genelevdekiler tepkiliydi ve bize saldırabilirlerdi. Kısacası güvenliğimiz tehlikede oluğu için bizimle geleceklerini söylediler. Asıl amaçları orada gerçekleştireceğimiz çekimleri kontrol etmek ve hoşlarına gitmeyen bir şey olduğunda amirlerine haber vererek müdahale etmekti.
Bursa Belediyesi ile genelev sahipleri evleri işletmeleri için 11 yıl önce kira sözleşmesi imzalamıştı. Sözleşme sona erince genelev işletmecileri anlaşmayı yenilemek istemiş ancak belediye buna yanaşmamış ve mahkemelik olmuşlar. Davayı belediye kazanmış ancak bir türlü mamaları evlerden çıkaramamışlar. Onlarda son çare genelevin su ve elektriklerini kesmişler. Bunu üzerine de genelev halkı sokaklara dökülüp yol keserek protesto gösterisi yapmışlar. Benim görevimin de bu protesto hakkında konuşmak. ve mümkünse yeni bir protesto organize etmek olduğunu genelevin kapısına geldiğimizde öğrendim.
İçeri girdiğimde ise karşılaştığım manzara beni hayrete düşürdü. Gerçi bu benim geneleve ilk girişim değildi. Haber merkezinden Beyazıt’a öğrenci eylemi diye çıkmıştık, Karaköy’deki Zürafa sokakta bomba patlayınca oraya en yakın ekip biz olduğumuz için kendimizi Karaköy genelevinde yaralı hayat kadınlarının arasında bulmuştuk. Fakat Karaköy’deki genelevlerle Bursa’dakilerin uzaktan yakından alakası yoktu. Buradaki evler Japon mimarisinden esinlenerek yapılmış villa tipi evlerdi. Tam 32 ev vardı burada. Her evde de onların deyimiyle 8 sermaye yani hayat kadını vardı. Villaların içi de dışı kadar gösterişli ve şaşırtıcı ölçüde bakımlıydı. Yerde boydan boya kırmızı halılar, fino cinsi köpek veya konuşan jako türü papağanlar her evin değişmez dekoruydu.
Neden kırmızı diye sorduğumda ise “Kırmızı dişiliğin sembolü de o yüzden” cevabını almıştım. Fakat onları haberlerini yapma konusunda ikna etmek, evlerin içini gezmek kadar kolay olmadı. Birçoğunun ailesi genelevde çalıştıklarından habersizdi. Hatta bazılarının kocaları ve büyütmek zorunda oldukları bebekleri vardı. Birinin televizyonda görünmesi zaten zor olan yaşamlarını daha da çekilmez hale sokardı. Saatler süren ikna çabalarım sonunda işe yaradı ve yüzlerini kapatmak şartıyla hepsi kameraya çıkmayı kabul etti. Elektrik ve su kesintisini protesto etmek için genelevde suyu bir tek akan onların aşk çeşmesi adını verdikleri bahçenin ortasında yer alan musluğun başına gittik. 80’e yakın hayat kadını çeşmenin başında kuyruğa girdiler. Ve su kavgası yapmaya başladılar. “Bu iş susuz olmaz hastalık kapacağız. Taşıma suyla genelev mi döner?” diye hep bir ağızdan bağırmaya başladılar.
Su kavgasından sonra sıra genelev içindeki protesto yürüyüşüne geldi. Elele tutuşan kadınlar villaların arasında “Biz olmazsak olmaz, biz olmazsak olmaz” şeklinde sloganlar eşliğinde yürümeye başladılar. Ancak su kavgasını gülerek izleyen polisler bu kez yürüyüşe müdahale etti. “Aldığınız izinde protestoya teşvik etmek yok, buna bir son vermezseniz çekimi bitmiş kabul edeceğiz” diye beni uyardı. Ancak belediye tarafından kesilen elektrikleri protesto etmek için genelev çalışanları ellerinde mumlar başkan aleyhinde müstehcen şarkılarla eylemi bir başka boyuta taşıdılar. Mamalar anlaşılan Arap atları gibi sonradan açılıyordu ve bir kez harekete geçtiler mi onları durmanın imkanı yoktu. Hepsinin gözü karaydı, nasıl olsa kaybedecek bir canları kalmıştı. O nedenle her an bir çılgınlık yapabilirlerdi. İlk başta harekete geçirmek adına onları sık sık gaza getirirken, şimdi dışarıda eylem evindeki her hareketi büyük bir dikkatle izleyen polislerin gazabına gelmemek, daha da kötüsü kasete el konulmaması için genelevdekileri zorla frenliyordum.
Çekimleri tamamlamıştık tamamlamasına ama kadın kameramanım ve ben hem yorgunluktan, hem de bunaltıcı sıcaktan eriyip tükenmiştik. Bulunduğumuz yerin bir genelev villası olduğunu unutup kadife divanların üzerine yığılıp kaldık. Sağa sola koşuşturup eylemleri için bağırmaktan sesleri kısılan mamalar da en az bizim kadar yorulmuştu. İkimize de gazoz ikram ettiler. Kadın kameramanım ve ben kapıya sırtımız dönük tatlı tatlı soğuk gazozlarımızı yudumlarken unutulması imkansız olay gerçekleşti. Arkamızda dönen dolaplardan habersiz mamalarla karşılıklı otururken içine düştüğümüz trajikomik durumu ancak evin sahibi olan kadının “Gidin lan deyyuslar onlar misafir, misafir” diye bağırmasıyla kavrayabildik. Kadının bağırdığı yere bakmamızla neye uğradığımızı şaşırdık. Onlarca erkek kapının önünde kuyruğa girmiş bizi işaret ederek “Kaç para?” diye soruyorlardı. Bu karşılaştığımız manzara artık bize yavaş yavaş buradan gitme vaktimizin geldiğini gösteriyordu.
Hiç vakit kaybetmeden dışarı attık kendimizi ama bizim Herkül (şoför) ortalarda yok. Aradık taradık defalarca seslendik gene yok. Hatta otomobilinin kornasına bastık, gene yok, gene yok. Sanki yer yarılmıştı da bizim şoför içine girmişti. Tam polislerden yardım isteyecektik ki az önce sona eren eyleme katılan mamalardan biri “Sizin şoförü arıyorsanız 12 numarada” demez mi? Esasında bu olaya hiç şaşırmamamız gerekiyor. Herkül yol boyunca zaten bu işin yolunu yapmıştı ama bu kadar hızlı çıkacağını hiç tahmin edememiştik. Kendimizi habere öyle kaptırmıştık ki, onun ustalıkla ortadan kayboluşu dikkatimizden kaçmıştı. Nefes nefese 12 numaranın kapısına varmıştık ki bizimki gömleğini ilikliye ilikliye dışarı çıkıyordu. Suratında da büyük bir meydan savaşını kazanmış komutan edası.
Kapıyı açıp karşısında zeballah gibi dikilmiş bizi gördüğünde, hatta haberi bitirip İstanbul’a vardığımızda bile suratındaki bu ifade hiç bozulmadı. “Herkül, amma acayip adamsın. Seni bizim yanımıza niye verdiler, sen ne yapıyorsun. Sen bizi kollayacağına biz seni kollayıp peşine düşüyoruz” dedim ama çok fazla da kızmak içimden gelmedi. Bir de “Artık ne zaman Bursa’ya gelsem sırtım yere gelmez. Meltem beni çok sevdi” deyip parfüm kokulu çizgili bir kağıt üzerine yazılı telefon numarasını da gösterince daha fazla kendimizi tutamadık ve başladık gözlerimizden yaşlar gelene kadar gülmeye...
Ben üzerime düşen görevi fazlasıyla yerine getirmiştim. Hatta çekimler öyle başarılı olmuştu ki ne zaman genelevlerle ilgili bir haber olsa olay yerine bile gitmeden arşivden benim Bursa genelev görüntüleri yayınlanıyordu. Kısacası orada çektiğim görüntüler arşivin en çok talep edilen ilk 10’una girmişti. Eee Herkül’de yıllar sonra da olsa Türkiye’nin en sosyetik genelevine girerek siftah yapmıştı. Peki ya genelev mağdurları? Orada çalışan Sevilaylar, Ayşeler, Seraplar şimdi nerede, nasıl yaşıyor ailelerine hangi şartlarda bakıyorlar? Aklıma geldikçe hala merak ediyorum.
çocuğunuzun yırtması için yukardaki anlattığım gibi bir deneyim yaşamasına tabii ki gerek yok. Unutmayın sınavlar hayattaki tek başarı ölçüsü değil. Her şarta, ortama adapte olabilecek, hayat şansını kendi yaratabilecek donanımda olmalarını sağlamak hepsinden önemli. Bu da aslında bizim görevimiz. Hiç yapmadıkları bir şeyleri denetmek için, (her şeye rağmen) bu yaz hala vaktimiz var. Yeter ki biz fırsatları görmeye açık olalım. Lise giriş sınavı açıklanan, yüreklerine telaş düşen ailelere tek önerim; sisteme kurban etmeyin çocukları, kazanmadı ise dünyanın sonu değil. Okulda değil, hayatta başarılı ve mutlu olsun.