Venedik Film Festivali'nde prömiyer yaparak festivalin en prestijli ödüllerinden biri olan Altın Aslan’ı kazanan Pedro Almodóvar filmi The Room Next Door’u dün en yakın arkadaşımla birlikte izledim. Film Almodóvar’ın özgün bakış açısını sergilemekle kalmıyor, aynı zamanda ölüm gibi zorlayıcı bir temayı, renklerin güçlü anlatımıyla izleyiciye gerçekçi bir şekilde sunuyor. Filmde kullanılan her renk, adeta duygu yoğunluğunu artırıyor ve izleyiciyi hikayenin içine daha da çekiyor. Sinematografik anlamda bir an Tom Ford’un filminde gibi hissetmedim desem yalan olur.
ÖLÜMLE YÜZLEŞME KONUSU SARSICI HALİYLE YER ALIYOR
Film, iki dostun hayatlarındaki en derin korkuları ve zorlayıcı kararları gözler önüne seriyor. Tilda Swinton’ın canlandırdığı Martha, kanserin getirdiği kaçınılmaz sona cesurca yaklaşarak ötanazi ile hayatını sonlandırma kararını veriyor. Bu cesur karar filmin ana temalarından biri olan ölümle yüzleşme konusunu en sarsıcı haliyle ele
alırken, Julianne Moore’un hayat verdiği Ingrid’in ölüm korkusu üzerinden de izleyiciye farklı bir pencere açıyor. Almodóvar dostluk, ölüm, korku, küresel iklim
krizi gibi birbirinden farklı ama iç içe geçmiş temaları ustalıkla harmanlayarak izleyicinin zihninde derin izler bırakmayı başarıyor.
"ÖLÜMÜ ELİMDE TUTABİLİYORDUM"
Filmde Ingrid’in sözü sarsıyor; “Ölümü elimde tutabiliyordum ve çok hafifti.” Bu cümle, ölümün kavranabilir bir şey olduğunu fakat aynı zamanda bu kadar hafif
olabilme ihtimalini de düşündürüyor. Ayrıca, Virginia Woolf ve James Joyce gibi güçlü yazarlardan referansların kullanılması, filmin yalnızca görsel değil, aynı zamanda entelektüel olarak da doyurucu bir yapıya sahip olduğunu kanıtlıyor. Son olarak; Ingrid ve Martha’nın yeşil bir kanepede film izledikleri ve hayatın geçici
doğasına dair derin bir yansıma sunan sahne beni kişisel anlamda etkiledi. O an filmi birlikte izlediğim en yakın dostum Duygu’yla uzun yıllar onun yeşil kanepesinde
zamanın akışına kapılmadan geçirdiğimiz her anı; uyuduğumuz, film izlediğimiz, ağladığımız, güldüğümüz bir çok anı yeniden hatırlattı. Bu da ölümün soğuk gerçeği yerine, hayatın kendisinin içindeki sıcaklık, anlama ve dostluğumuza ışık tuttu.
Özetle en yakın arkadaşınızla gidebileceğiniz harika bir eser “The Room Next Door”- “Yandaki Oda” sinemalardayken kaçırmayın derim.