"Her" ve aşk sorunsalı!

ÖZEL HABER

Yapay zeka uygulamalarının dünya gündemini dikkat çekici ölçüde meşgul ettiği şu günlerde robot Sophia da Oğuzhan Uğur’un programında verdiği cevaplar ve insanlar için “Zavallısınız!” demesi üzerine ülkemizde günlerce konuşuldu. Kimine göre Oğuzhan Uğur, Sophia’nın ağzının payını verdiyse de -kurgu mudur, değil midir, bilmiyorum- tam da bu günlerde MUBI'de karşıma çıkan “Her” filmini yıllar sonra tekrar izlediğimde Sophia’ya “Aşkımızı da mı elimizden alacaksınız!” diye içten içe sitem etmedim değil. :)

Şaka bir yana, işletim sistemi Samantha'nın kahramanımızın kalbini çaldığı “Her” yapay zeka üzerine kurgulanmış ilk film değil. Frankenstein'dan ilham alan 80'lerin gençlik komedisi “Weird Science”da iki genç, Barbie bebeği bir bilgisayara bağlayarak hayallerindeki kız Kelly LeBrock'u hayata geçirirken, Steve Barron tarafından yönetilen ve Rusty Lemorande’in yazdığı 1984 yapımı “Electric Dreams”, Edgar adlı işletim sistemini bir aşk üçgeninin ortasına yerleştiriyordu. Harrison Ford'un Deckard'ı, bilim kurgu sinemasının kültleri arasında gösterilen -benim de çok sevdiğim- Ridley Scott'ın “Blade Runner”ındaki bir kopyaya aşık olduğu için insan mı yoksa robot mu olduğunu bilemez haldeydi.

Andrew Niccol'un, başrolünde Al Pacino’nun yer aldığı 2002 yapımı “S1m0ne” filminde ise derin bir buhran içinde sürüklenen bir yönetmenin sanal film yıldızı yaratmasını ve ona herkesin aşık olmasıyla gelişen olaylar konu ediliyordu.

Spike Jonze'un kaleme aldığı modern romantizm önermesi “Her”e dönecek olursak, Joaquin Phoenix bu kez Theodore Twombly olarak karşımıza çıkıyor. Duygularını kelimelere dökemeyenler için mektuplar yazarak hayatını kazanan ve ayrıldığı ancak boşanma dilekçesini imzalamak konusunda hala cesaretini kazanamamış Theodore’un yaşamı, başarısız evliliğinin ardından işletim sistemi Samantha'ya aşık olmasıyla değişiyor.

Nasıl olur da insan, bir işletim sistemine aşık olabilirin cevabını 2013 yılında bulmak daha karmaşıkken ve belki de patolojik vaka görülürken, günümüzde bunun cevabını vermek için çok da zorlanacağımızı sanmıyorum.

Yaşadığımız dönemde ilişkileri gözlemlediğimizde aşka, kadına, erkeğe ve bütünüyle insana dair her algının henüz kökten olmasa da yüzeyde çok büyük bir değişime uğradığını görüyoruz. Kökten değil diyorum çünkü, hala bir kısım insanın derinlerde yatan ve yüzleşmekten korktuğu, belki de varlığından bile haberdar olmadığı, masalsı bir aşk arzusu, incecik bir su sızıntısı gibi yapının temelini uzun vadede tehdit ediyor. Ancak modernleşmenin bir getirisi olarak bireyselleşme ilişkilerden “biz”i silip, “ben”i büyük puntolar halinde haykırmaya iterken, herkesin karşısında bir Samantha veya erkek versiyonu olabilecek Sam istediği aşikar.

Theodore, Samantha'ya aşık oldu çünkü ona kendini ispat etmesi gerekmiyor. Egosuyla var olma ‘ben buyum’ diye kendini ortaya koyma ihtiyacı yok. Onun geçmişe dair bütün izlerini bilen ve onu tam da olduğu kişi olarak kabul eden, yargılamayan, her yönüyle hayatını kolaylaştıran, onu onaylayan ve ilerlemesine katkı sağlayan bir sesin varlığı, fiziksel olarak yanında olmamasının kayıp görülemeyeceği ölçüde tatmin edici. Oysa ki anlıyoruz ki, boşanmak üzere olduğu eşiyle ta gençliklerinin ilk yıllarına uzanan ilişkileri boyunca, bu onaylanmayı karısından hiç görmemiş. Birbirlerinin eksikliklerine odaklı, yargılayan, suçlayan ve her zaman yetersiz hissettiren bir ilişkileri olmuş.

Tanışma yemeğine çıktığı gerçek bir kadın gecenin sonunda, geçmiş ilişkilerinden aldığı yaralardan dolayı bu kez kendini korumak adına açıkça beklentilerini dile getirip, biraz da hüzün verici ve ürkütücü bir tablo çizerken; hayat tarafından hiç örselenmemiş, geçmiş yükleri olmayan, beklentisiz, yaşama dair merakı taze ve hep orada onun için hazır olan bir işletim sistemini seçmek Theodore için elbette daha kolay. Dilediğinde iletişim kurup, istemediğinde yok sayabileceği bir şekilde varlık gösteren bir kadın hayatındaki boşluğu doldurmaya yetiyor. Bu ilişkide tek özne kendisi. Her insanda olan o narsistik -kişilik bozukluğu ölçüsünde olmayan- özellikler, kendine güveni arttıkça, bu aşkla dışa vuruyor Theodore için. Öyle ki, Samantha'nın fiziksel hazzı farklı bir şekilde deneyimlemek için ikna edip Theodore’un evine çağırdığı kadının sadece dudağının titremesini bile kusur olarak görüyor. Bu onun insan etkileşiminden ne kadar uzaklaştığını, Theodore'un dünyada isteyeceği son şeyin insani bir dokunuş olduğunu, hayallerinde kurguladığı mükemmelden ötesine tahammül edemediğini gösteriyor bize.

Ancak Theodore için Samantha ne kadar yeterliyse, sanal dünyanın sonsuz portalları Samantha’ya yeni seçenekler ve deneyimler sundukça ve onu geliştirdikçe, Theodore onun için daha az ilgi çekici hale geliyor. Theodore Samantha’nın binlerce insanla iletişim halinde olduğunu ve yüzlercesine de aşık olduğunu öğrendiğinde, gerçekliğin acımasız okları pembe hayal dünyasını patlatıyor. Film, sistemin neden kaldırıldığına dair somut bir veri sunmasa da, benim senaryolarımdan birine göre; Theodore gibi sanal aşklara kendini kaptırmış çok sayıdaki insan için bir uyanış yaşanıyor. Bir aşk oyunu içinde kendi kendilerini eğlerken, işletim sisteminin biriciği olmadığına uyanan kullanıcılar hayal kırıklıklarıyla gerçeğe dönünce, uygulama da artık talep görmediği için kapatılıyor.

Theodore karakteri dışında izlediğimiz tabloda, üniversite yıllarında kısa süre ilişki yaşadığı ve şimdi komşusu olan Amy’nin de anlaşmazlıklar yaşadığı eşinden ayrılma kararı alıp bir iletişim sistemiyle aşk yaşadığını görüyoruz.

Birbirlerini anlayan, samimi bir paylaşım içinde olabilen bu iki insanın yan yanayken bile, işletim sistemleriyle iletişim halinde olmaları da, kafamızı telefonlardan kaldırmadığımız günümüzde son derece alışık olduğumuz bir resim olarak karşımıza çıkıyor.

Bir taraftan da sık sık beton yığınlar içindeki küçük çimli alanlarda vakit geçirirken izlediğimiz Theodore’un aslında yapay dünyanın içinde küçücük bir gerçeğe bile ne kadar ihtiyaç duyduğunu söylemek de mümkün. Filmin finalinde aşık oldukları ve hatta bir yanıyla da ihanete uğratıldıkları işletim sistemlerini sonsuza dek kaybeden Theodore ve Amy’i gökdelenin tepesinde görüyoruz. Büyük bir acı sonrası çıkılan gökdelen tepesi bir intiharın habercisi gibi. Ancak bu yan yana oturup birbirlerinin omuzundan destek alan bir kadın ve erkeğin gerçek dünyaya doğdukları bir sanal intihar.

“Herkesin yaşamında öyle saatler görülür ki, insan yalnızlığını verip ne denli yavan ve ucuz olursa olsun bir beraberliği almak ister karşılığında; iyi kötü ilk rastlayacağı kişiyle, en sıradan bir kişiyle sözde birazcık anlaşma uğruna yalnızlığı elden çıkarmak ister... Ama belki de yalnızlığın büyüdüğü saatlerdir bunlar; çünkü onun büyüyüşü de tıpkı oğlanların büyümesi gibi bir takım acı ve sancılarla gerçekleşir ve baharın ilk günleri gibi hüzünle dolup taşar. Ancak şaşırtmasın bu sizi. Bizlere gereken şudur; yalnızlık, büyük ve içsel yalnızlık. Kendi içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak... İşte erişilmesi gereken şey bizler için. Erişkinler büyük ve önemli buldukları nesnelerle sarmaş dolaş sağa sola koşuşurken, yalnızlık içinde yaşayan bir çocuk gibi tıpkı, erişkinlerin hamaratlıklarına bir anlam veremeyen ve yaptıkları işlerden bir şey anlamayan bir çocuk gibi..." der Rilke.

İnsanların içlerinde barındırdıkları kendi duygularına bile yabancılaştığı ve kelimelere dökemeyecek ölçüde yüzeyde gezdiği bir dünyada, yalnız kalmamak uğruna iletişim sistemlerini seçen Theodore ve Amy şimdi de bu uğurda birbirlerini mi seçtiler? Bu da bir muamma.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.