Başlamak kadar güzel bir şey var mıdır? Hele de bu bir aşk başlangıcıysa ve karşılığı varsa. Kimi için her ne kadar korkutucu gelse veya acıyla kodlanmış olsa da, aşk insana bahşedilmiş bir lütuf. Bir başkası vasıtasıyla, içimizdeki o mucizevi saflıkta, yücelikte ve ışıltılı kıpırtıda kulaç atma hali. Birine aşık olduğumuzda sadece o insana aşık olmayız, onunla hayata bakış açımız değişir, etrafımızdaki herkese, her şeye sevgi enerjisi yayarız, her şey bize aşkı yansıtır. Çünkü duyulan aşk bir kişi üzerinden aslında özümüzedir. İçimizdeki o tozlanmaya yüz tutmuş butona basılmıştır ve her yer şenlikli bir lunaparka dönüşmüştür. İlişkinin o ilk muhteşem dönemleri, aşkın zihin tarafından henüz ele geçirilmediği evredir. Peki bu evre bitmek zorunda mıdır? Aşkı madde boyutuna indirir, bir kaba sıkıştırır ve sınırlar, "kendim" dediğin şeyi "bu benim" diye ortaya koyma, ispat etme, egolarınla var olma çabasına girdiğinde maalesef ki bitmek zorundadır. Aşk tanımlamalardan, etiketlerden bağımsızdır çünkü.
Bu bir gecikmiş Dünyayla Benim Aramda yazısı. Her ne kadar diziye tutkulu bir aşkla giriş yapılıyor olsa da, Dsiney Plus'ın iddialı dizisi Dünyayla Benim Aramda, aşktan ziyade sadakatin sınanması ve hatta derine indiğimizde belki de erkek neden aldatırın bile cevabını bulabileceğimiz bir hikaye. En azından benim niyetim Tolga'ya biraz ışık tutmak yönünde.
Bir moda dergisinin genel yayın yönetmeni olan, güzelliği, zekası ve işindeki başarısıyla sektörün saygı duyulan isimlerinden İlkin ve reytinglerde zirveye oynayan bir televizyon dizisiyle starlaşmış Tolga'nın masalsı güzellikte başlayan aşkları da o coşku dolu günlerini geride bırakmış, 4 yılın sonunda sıradanlaşmış ve eski tadını kaybetmiştir. Tolga içsel tatminsizlikleriyle mücadele ederken, İlkin kendisiyle sorunlarını paylaşmayan sevgilisini çözebilmek için, başlangıçta masumca gördüğü ancak gittikçe tehlikeli bir noktaya ulaşan bir oyunun içinde hapsolur. Bu oyundan İlkin'in payına düşen aldatılmak olacaktır.
Görüyoruz ki, Tolga belli bir kitleye hitap eden ve yine belli bir kesim tarafından aşağılanan bir yapımla adını var etmekten son derece rahatsız. Kariyerinde daha seçkin bir noktada olmanın hayalini kuruyor. Zenginlik, şöhret, kıskanılası bir sevgili, övgü ve hayranlara rağmen Tolga kendisini bütün ve değerli hissedemiyor. Bir erkek güçlü, önemli ve işinin en iyisi olmayı ister ancak sahip olduğu statü sembolleri artık Tolga'nın egosunu ayakta tutmakta yetersiz. Kimse tarafından anlaşılamıyor oluşu, alamadığı riskler ve kendine güvensizliği... Öte yandan İlkin'in müdanasız güçlü kadın profili, ona kendini özel ve ihtiyaç duyulan bir erkek gibi hissettirmiyor oluşu da Tolga'yı gittikçe dibe çekiyor. Olağanüstü bir endişe ve acı içinde.
Tam da bu süreçte esrarengiz bir kadının, yani Berlin'in hayatına sızışı, ona içini dökebilmesi ve karşılığında anlaşılıyor olması Tolga'ya ilaç gibi geliyor. Berlin'in özenini, kırılmış egolarını hafifletecek bir merhem gibi kullanıyor. Başlangıçta bu iyileşme hali İlkin'le olan ilişkisine olumlu yansısa da, erkeklerin dişilerin şifalı güçlerine duyduğu sezgisel çekim yadsınamaz bir gerçek. Farkında olmadan Berlin'e karşı bir bağımlılık geliştiriyor. Baştaki olumlu dönüşler mutluluk verici olsa da, Tolga'nın Berlin'e yönelen ilgisi o güçlü, kendine son derece güvenen ve Sinem'i hafife alan İlkin'i de derinden sarsıyor. İlişkilerindeki hayatın endişe ve korkularıyla ilgili gerçek samimi iletişim noksanlığından oluşan boşluğu doldurmak niyetiyle çıktığı yolda, İlkin kendini sevgilisinin aşkını, sadakatini sınarken buluyor.
Peki Tolga, kendini özel hissetmek ve çıkmazlarını, korkularını anlatmak için bir kadına yöneliyorsa bu neden kendi sevgilisi İlkin değil? Neden İlkin'in sevgi dolu ilgisinin yatıştırıcı şifasını deneyimleyebilecek yerde ıstırap çekiyor?
Bu konuda uzman olmaya gerek yok, biliriz ki; duygusal yakınlık erkekleri tehdit eder. Başarılı olma mecburiyetinin getirdiği daimi bir güvensizlik duygusu içinde yaşayan erkekler duygusal yakınlığı bir tehdit olarak görür. Bu zayıf yanlarını gösterme, açık etmek demektir onlar için. İlişki derinleştikçe birçok erkek bu yakınlık düzeyinden korkar ve bilinçdışı bir şekilde bu bağı yok etmeye çalışır. Duygusal çıplaklıktan rahatsız olur ve bir zaman sonra çoğunlukla bu yakınlığı engelleme çabasıyla Tolga'nın da yaptığı gibi -bilgisayar oyunu oynayıp, dışarıda vakit geçirerek veya farklı başka aktiviteler içinde bulunmak- sevgililerini dışarıda bıraktıkları bir yaşam kalıbı içine girerler.
Erkeğin en büyük korkusu başarısızlıktır ve bunu en çok gizlediği kişi ise hayatındaki kadındır. Çünkü görüşü en önemli kişi odur, derinlerde kendisini ezik ve mağlup hisseden bir erkek kadının karşısına tüm çıplaklığıyla dikildiğinde onaylanmayacağından korkar. -tabii bazen de erkeği böyle davranmaya iten partneridir- Tıpkı Tolga örneğinde olduğu gibi erkekler düşünülenin aksine cinsellik arayışıyla, güçlü ve karşı konulmaz hissettikleri için değil, çoğunlukla duygusal arızaları sebebiyle aldatırlar.
Dünyayla Benim Aramda'da Tolga aldatmaya hevesli miydi, yoksa 'eşeğin aklına karpuz kabuğu' misali aldatmaya itildi mi? Bence bu tartışılır. Öte yandan, her ne kadar telefonun diğer ucundaki Berlin ve evdeki İlkin aynı kadın da olsa, aynı olmayan şey Sinem. Tolga Berlin'in yazdıklarından etkilendiği ölçüde, Sinem'in kendisine olan aşkından, egosuzluğundan ve başarı yarıştırması gereken bir rakip olmamasından da etkilendi. Sonuç olarak varılan nokta; Tolga'nın istediği çelişkidir. Sinem gibi üzerinde mülkiyet kurabileceği biri ve İlkin gibi kalbini çarptırabilecek bir kadın.
Dünyayla Benim Aramda, eleştirilebilir yanları olmasına karşın, ne olacağına dair merakı canlı tutmayı başararak bir çırpıda izleniyor. Buğra Gülsoy dizinin öznesi olarak en derinlikli işlenmiş karakterdi. Bilemiyorum aynı fikirde olan var mıdır ama Ben Stiller çağrışımı yaptı bende dizi boyunca. Demet Özdemir, Hafsanur Sancaktutan ve özellikle de Metin Akdülger'in oyunculukları son derece başarılıydı. Ancak Zerin Tekindor gibi cazibeli bir kadını Aysel Gürel tiplemesi yerine İlkin gibi tarzını konuşturan bir karakterde izlemeyi isterdim. İbrahim Selim de her diziye kendi olarak dahil edilebilir gibi geliyor bana, doğallığını ve enerjisini seviyorum.
Son olarak; Cervantes'in “Münasebetsiz Meraklının Hikayesi” isimli öyküsünde benzer bir konu işlenir. Floransa’da yaşayan Anselmo evlendikten sonra eşi Camila’nın kendisine sadakatini sınamak için çok güvendiği arkadaşı Lotario’dan eşine kur yapmasını ve onu etkilemeye çalışmasını ister. Lotario, zamanla bu konuda başarılı olduğu gibi, istemeden de olsa kendi de Camila’ya aşık olur. Karısıyla en yakın arkadaşı arasında tutkulu aşkın doğmasına sebep olan Anselmo’nun durumu öğrenmesiyle hikaye dramatik bir sonla biter. Diyeceğim şu ki, böyle oyunların sonu kaçınılmaz mutsuzluktur. Sağlıklı bir ilişkide aşk şahanedir!