“Gibi’de oynamasaydım da fanı olurdum!”

RÖPORTAJ

Bazı oyuncuların kariyerleri, iyi projelerin şansıyla bir anda yükselir ve bir anda büyük bir popülerlik yakalar. Türk televizyon tarihinde ilk kez bir diziden bir başka diziye karakter transferiyle başlayan bu büyük şanslı yolculuk, yer gök inleten tarihi bir dizi ve günümüzde sosyal medyayı yıkan bir komedi dizisiyle devam ediyor Kıvanç Kılınç için. Çok uzun zamandır hayranlıkla takip ettiğim, oyunculuk performansını zevkle izlediğim ve girdiği her farklı rolün pasını alabilen bir oyuncu Kıvanç Kılınç. Son dönemde büyük ilgiyle takip edilen, sosyal medyada viral olan ve esprileriyle herkesi krize sokan “Gibi” dizisinde İlkkan karakterine hayat veren Kılınç ile, uzun zamandır röportaj yapmak niyetindeydim. Kılınç ile oyunculuk serüveninin başladığı günlerden başlayarak, kariyerindeki önemli noktaları ve ağırlıklı olarak “Gibi” dizisini konuştuğumuz bir sohbet ettik. Kendisi sorularımı çok açıklayıcı, detaylı, net ve okumaya doyamayacağım bir enerjiyle cevapladı. Sevgili Kıvanç Kılınç’a bu nezaketi için çok teşekkür ederek, sohbetimize hızlıca geçelim…

“Tiyatro yaşantısının her anında bulundum”

Isparta doğumlusunuz, oyunculuğun Antalya’da başladığını ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Oyunculuk okumanızla beraber bir kademe arttığını biliyoruz. Çocukluk döneminden süre gelen bir oyunculuk sevdanız var mıydı? DTCF’nin nasıl etkileri oldu oyunculuk hayatınıza?

Herhangi bir meslek çocukluk hayalim değildi; çok küçükken ressam olmaya heves etmiştim her çocuk gibi. İngilizce hariç sevdiğim, çok başarılı olduğum bir dersim yoktu okulda; bir gelecek planım, hedefim de. "Ne yapayım, İngiliz Edebiyatı falan okurum." diyordum. Tiyatro ile Antalya Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Atölyesi'nde, lise yıllarımda tanıştım. Ablam Arzu Gamze Kılınç ve eşi Muhammet Uzuner ile yaşıyordum. Sürekli provada yahut temsilde olurlardı. Evde yalnız kalmamak için provalara gidip gelmeye başladım. Sanırım ilk zehri orada aldım ve atölyede eğitim alırken buldum kendimi. Dört yıl süren eğitimim sırasında oyunlarda ufak tefek roller oynamaktan teşrifatçılığa, gişecilikten dekor kurup kaldırmaya, bir tiyatro yaşantısının her ânında bulunmuş ve üniversitede tiyatro okumaya karar vermiştim. DTCF'yi çok istiyordum çünkü hocalarımın da okuluydu. 2001'de kazandım 2005'te mezun oldum. Aslında 8 yıl DTCF'de okumuş gibi oldum çünkü Antalya’da aldığım temel eğitimin akademik bir sağlaması gibi oldu üniversitedeki. Pek çok okuldan farklı olarak sadece "oyuncu" değil "tiyatro insanı" yetiştirmeye yönelik bir eğitim DTCF'deki. Teorik dersler, pratik dersleriyle aynı ağırlık ve yoğunlukta. Evet, nihayetinde oyunculuk okuyorsunuz ama tiyatronun her unsuruna, her bileşenine ilişkin yalnız oyuncu pratiğiyle kazanılamayacak donanımlar ediniyorsunuz. Çok kıymetli bir süreç.

İlk olarak “Muhteşem Yüzyıl” dizisinde Kubbealtı veziri olan ‘Ferhat Paşa’ karakterine hayat verdiniz. Daha ilk dizi projesinde tarihi bir karakter canlandırmak zor ola gerek, ilk set gününüzü hatırlıyor musunuz?

Tamamen hayal ürünü bir roldense gerçekten var olmuş birini oynamanın tedirgin edici tarafları var. İlk set günümü elbette hatırlıyorum. Bitmeyen bir performans kaygısıyla baş etmeye çalışmıştım. Muhteşem Yüzyıl hakikaten çok büyük bir projeydi ve onun bir parçası olmak da bu kaygıyı epey arttırıyordu.

“Şükrü Avşar aradığında, bir arkadaşım şaka yapıyor herhalde deyip kapatmayı düşündüm”

Önce “Yer Gök Aşk” sonra “Lale Devri” dizisinde canlandırdığınız Sıtkı karakteri, sizi tanımamızda büyük bir etken oldu aslında. Her iki dizi de uzun soluklu oldu ve maceralı bir aşk döngüsü anlatıldı. Ayrıca bir diziden başka bir diziye karakterlerin transferi de büyük bir başarı sağladı o dönem için. Sizin için nasıl bir süreçti?

Aslında Yer Gök Aşk'taki işim bitince Muhteşem Yüzyıl'a başlamıştım. Bir akşam telefonum çaldı. "Ben Şükrü Avşar" dedi karşıdaki ses. Toprak'la birlikte kocası Sıtkı rolünü de Lale Devri dizisine taşımak istediklerini söyledi. İnanmadım. Çünkü Sıtkı rolü 10-15 bölüm tasarlanmıştı. Diziye başlarken biliyordum ve sanırım 21. bölümde de bitmişti. Bir arkadaşım şaka yapıyor herhalde deyip kapatmayı bile düşündüm bir an. Meğer gerçekmiş (gülüyor)! Ferhat Paşa zaten idam edilecekti ve Muhteşem Yüzyıl’dan ayrılacaktım. Sonra Lale Devri dizinin kadrosuna katıldım ve ‘Sıtkı’ olarak devam ettim. Çok güzel ve tuhaf bir süreçti. Daha önce iki farklı dizi dünyasının paralel bir kurguda birleştiğine tanık olmamıştım. En güzel tarafı da Lale Devri’nin 4 sezon sürmesi oldu. Sıtkı rolünü hakikaten çok seviyordum.

Daha sonraki dönemlerde de sizi dizilerde izlemeye devam ediyoruz, ama sinema filmlerinde çok az yer alıyorsunuz. “Beginner” filminde bir rolünüz var ve daha çok seslendirme yaptığınız bir süreç var. Sinema ile nasıl bir ilişkiniz var ve filmlerde rol almayı düşünüyor musunuz?

Seslendirme, eskilerin deyişiyle benim altın bileziğim. Bir dizide oynamadan geçirdiğim yıllarım oldu ve hayatımı seslendirmeyle idame ettim. En az oyunculuk kadar seviyorum ve en az oyunculuk kadar o da mesleğim. 17 yıldır aralıksız olarak yapıyorum ve umarım hep yapmaya devam edeceğim. Sinema ile niye böyle olduk ben de bilmiyorum. Sanırım bir denk gelememe meselesi. Zamanında reddettiğim birkaç film olmuştu, benim oynamak isteyip reddedildiğim de. Tercihen oynamak istemiyorum gibi bir durum yok elbette ortada.

“Gibi, başıma gelen en güzel şeylerden biri”

Exxen’de ikinci sezona başlayan “Gibi” dizisi adeta fenomen oldu. Her bölüm ben de kendimi gülmekten tutamadığım bir şekilde buluyorum kendimi. Yılmaz ve İlkkan, her bölüm bambaşka hikayelerin içerisinde buluyor kendini. “Gibi” dizisi sizin için nasıl bir süreç?

Gibi, başıma gelen en güzel şeylerden biri. İşe güle oynaya gitmek, sonsuz bir şevkle çalışmak ve ortaya çıkan üründen manevi bir tatmin de yaşamak bir oyuncunun nadiren başına gelecek bir durum. Feyyaz ve Aziz'le 10 yılı aşkın bir arkadaşlığımız var ve bir arada olmaktan, birlikte üretim içinde olmaktan çok mutluyum. Çoğu "komedi" gibi sırtını avam ve çiğ göstermeci bir gülünçlüğe dayamayan, komik olanın altını çizmeye çalışmayan, mütevazı, zekâ okşayan bir dizi Gibi. Oynamıyor olsaydım muhakkak fanı olurdum.

İlkkan karakteri, Yılmaz’a göre daha sert ve doğrucu gibi bir havada. Ama o da bazen doğru bildiği şeyden şaşabiliyor ve izleyicinin sevdiği, güldüğü bir karakter oldu. İlkkan karakterini kendinizde ne kadar yakın ya da uzak görüyorsunuz?

İlkkan, yorucu olduğu kadar sevimli de bir karakter. Prensipleri olsun istiyor, bilge olmak istiyor, kadınlara çok büyük zaafı var, arzulanmak istiyor... Bunlar, kötücül bir motivasyonla birleştiğinde tehlikeli bir potansiyel sayılabilir ama İlkkan'da masumane hatta çocuksu bir saflıkla ortaya çıkıyor bu potansiyel, dolayısıyla bir komedi unsuruna dönüşüyor. Yetişkin olmak isteyen bir çocuk gibi İlkkan aslında; dolayısıyla çocuksulaştığım ölçüde kendimi ona yakın buluyorum.

Dizinin ilk sezonunda Ersoy’un babaannesinin başına gelenlerin anlatıldığı bölüm, benim sanırım en favori ve gülme krizine girdiğim bölüm olabilir. Çay bardağının düşmesiyle yaşanan kalp krizi ve ‘Nü’ model bölümleri de bir o kadar ilginçti. Sizi çekim sürecinde en eğlendiğiniz ya da izlerken gülme krizine gördüğünüz bölümler hangileri?

‘İkinci Yol’ bölümünde Mecit'in yazıhanesi ve Çaça-Cosplay'in 5 kişilik ev sahnesinde acayip eğlenmiştim. Asıl setten önce senaryoları ilk kez okurken yüksek sesle kahkaha attığım ya da gözümden yaş geldiği çok oluyor. Seyredenler ne kadar eğleniyorsa biz de çekerken en az o kadar eğleniyoruz. Daha evvel de dediğim gibi bir oyuncunun başına gelebilecek en güzel şey bunca sevdiği bir işte oynuyor olmak.

“Coşku ve heyecanla karışık bir mutlulukla kıpır kıpır oldum”

Tarihte yolculuk yaptığınız bölümler de bir o kadar ilgi topluyor. Taş devri ya da Roma dönemi gibi bölümler çok ilginçti. O bölümler hakkında neler söylersiniz?

Sezon finallerinde zaman yolculuğu yapmak dizimizin teamülü oldu artık. Bir de benim o bölümlerde peruk takmam (Gülüyor). Bu bölümlerde Yılmaz'ın adının yine Yılmaz olması fakat İlkkan'ın adının değişmesi de çok sevdiğim bir motif. Genel olarak bayıldığım sanat ve kostüm ekiplerimiz, sezon finallerinde daha da hayran olunası bir görsellik çıkarıyorlar ortaya. Özel bölümler hakikaten.

Feyyaz Yiğit ile dizi için ne zaman bir araya geldiniz ve bu iş birliği nasıl gelişti? Dizide aranızdaki enerjinin yansıdığını hissedebiliyoruz ama, set dışında nasıl bir iletişiminiz var?

2020 yazıydı, Feyyaz arayıp kahve içmeye çağırdı. İkimiz de Cihangir'de yaşıyorduk, zaman zaman buluşup kahve içer, sohbet ederdik zaten. Aziz ile birlikte yazdıkları bir diziden bahsetti ama henüz dizinin adı belli değildi. Yazılmış ve taslak halindeki bölümleri, karakterleri, dizinin genel tonunu anlattı. Her ayrıntısına bayıldım. İlkkan rolü için beni istediklerini söyleyince coşku ve heyecanla karışık bir mutlulukla kıpır kıpır oldum. Yıllardır süregelen birlikte bir iş yapma muradımıza eriyorduk. Aramızdaki enerjinin diziye de artı değer olarak yansıması beni çok mutlu ediyor. Sonuçta yıllardır devam eden bir arkadaşlık ilişkimiz, ortak zevklerimiz, mizah algımız var. Set dışındaki ilişkimiz ikimizin de mizacı gereği; özünde saygı, sevgi ve -belki gereğinden fazla- nezaket barındıran, yapıcı, uzlaşmacı, eğlenceli bir ilişki…

“Gibi, mizahi bir referans ve bir standart belirleyicisine dönüştü”

Evde olduğunuz günlerde “Gibi” dizisini izliyor musunuz? Ailenizden ya da çevrenizden nasıl espriler geliyor? Sokakta “Gibi” dizisine tepkiler nasıl?

Her bölümü muhakkak en az bir kez seyrediyorum. Yakın yahut uzak çevreden neredeyse hiç olumsuz tepki gelmiyor. Bilakis sürekli taltif ve takdir ediliyorum. Dizinin her bölümünden muhakkak ağızlara pelesenk olan onlarca cümle çıkıyor. Zaten diziden kesitler, görseller, "meme"ler sosyal medyada sürekli dolaşım halinde. Mizahi bir referans, bir standart belirleyicisine dönüştü "Gibi", hak ettiğinin de bu olduğu olduğunu düşünüyorum naçizane. Diziden bahsederken bile insanların gözlerinin ışıldaması ve mutlu, keyifli hissetmeleri işin kıymetini tekrar tekrar katlıyor. Ağırlıkla “Kuki” bölümüne atıfta bulunan espriler geliyor bana. Bir de "İlkkan'ım be!"

Oyuncuların bir yandan seslendirme yaptığını da biliyoruz, siz de bu işi başarıyla yapıyorsunuz. Seslendirme ve oyunculuk arasında büyük bir fark var mı sizin gözünüzde? Aslında bir yandan ses oyuncuğu devreye giriyor orada diye düşünüyorum…

Oyunculuk ve dublaj birbirine yakın gibi görünse de tamamen farklı disiplinler bence. Çok iyi bir oyuncu dublajda başarılı olamayabilir ya da çok iyi bir dublajcı, potansiyel iyi oyuncu değildir. Dublajcının bir zanaatçı gibi evvela senkron, seslendirilen oyuncunun ağız yapısı, nefes durakları, kelimelerin iç temposu gibi teknik pek çok ayrıntıya dikkat etmesi gerekiyor. Bu zorunlulukları yerine getirirken bir yandan da ses oyunculuğu dediğiniz şeyi yaparak konuşmasını hakiki kılması gerek. Zahmetli fakat çok zevkli bir iş. Reklam seslendirme ise bambaşka bir alan. Kendine özgü bir dünya ve o dünyanın belli kodları var. Ses rengi, tonu, bükümler, tınılar, nefesler... Gündelik hayatta konuştuğumuzdan bambaşka bir dil neredeyse.

“Sinem ile birlikte ‘Bir Evlilikten Manzaralar’ filminde oynamak güzel olurdu”

Yaklaşık üç yıldır, oyunculuğuna benimde hayran olduğum Sinem Ünsal ile bir ilişkiniz var. Oyunculuk konusunda birbirinizle paslaştığınız ya da konuştuğunuz zamanlar oluyor mu? Yakın zamanda beraber bir projede rol almayı istiyor musunuz?

Sinem ile üç yılı devirdik… Elbette mesleki konuşmalar, fikir alışverişleri yapıyoruz. Birbirimizden yardım, destek talep ediyoruz. Bir rol teklifi geldiğinde karakteri beraber analiz ediyoruz; yönelimleri, zaafları, düşünce ve davranış biçimine ilişkin akıl yürütüyor, tartışıyoruz. Cihangir Atölye Sahnesi'nde benim yazdığım Raif ile Letafet oyununda birlikte oynamıştık. Zaten o vesileyle tanıştık ve sevgili olduk. Televizyon yahut sinemada birlikte oynamak muhtemelen çok eğlenceli olacaktır. Çok isterim.

En çok canlandırmak istediğiniz karakter türü, bir biyografi filmi olsa canlandırmak isteyeceğiniz kişi kim olurdu?

Her oyuncu gibi benim de oynamak istediklerim arızalı ya da aşırı zaaflı karakterler. Bir biyografi filminde Jerome David Salinger'ı oynamak isterdim.

Bir dizi ya da filmin kadrosunda yer alma şansınız olsaydı, hatta yanınıza bir oyuncu da alma şansı verilseydi, bu proje ve oyuncu kim olurdu?

Ingmar Bergman'ın Bir Evlilikten Manzaralar'ında Sinem ile birlikte oynamak güzel olurdu.

Gelecekte nasıl projelerde yer almayı hedefliyorsunuz?

Elbette "Gibi" kadar severek, isteyerek içinde bulunabileceğim projelerde yer almak isterim.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.