Dil ve konuşma yoluyla, zihinden zihne bulaşan bir delilik salgınının altüst ettiği bir dünya düşünün, herkesin birbirinden şüphe duyduğu tekinsiz bir atmosfer... Netflix’in Türk yapımı orijinal dizileri arasına giren Sıcak Kafa işte böyle bir dünyada geçiyor. Baş kahramanımız eski dilbilimci Murat Siyavuş, evden çıkıp hayata karışmak ve salgının dönüştürdüğü dünyayla yüzleşmek zorunda kalıyor... Şubat ayında raflarda yerini alan dinden, topluma, yapay zekadan, güç kavramlarına kadar birçok farklı rengi içinde barındıran Kübra'nın yazarı Afşin Kum'un ilk kitabı Sıcak Kafa... Bir yanda çatlatlık seviyesi açısından Sıcak Kafa’dan geri kalmayan Kübra, bir yanda Sıcak Kafa'nın diziye uyarlanacağı haberi, elbette Afşin Kum'la bu heyecanlı sürece dair konuşmalıydık... İşte, koronavirüs sebebiyle benzer bir dünyayı deneyimlediğimiz Sıcak Kafa, yapay zekalarla hemhal olduğumuz Kübra ve dahası...
Yeni kitabınız Kübra'nın raflarda yerini alması ve ilk kitabınız Sıcak Kafa'nın senaryolaştırılıp Netflix'te yayınlanacak olması... Şu sıralar heyecanlı olmalısınız?
Evet, son zamanlarda bir hareketlenme oldu gerçekten. Yazma işinin tuhaf bir döngüsü var . İki yıl bir kitap üzerine çalışıyorsunuz, orada kurguladığınız karakterlerle, olaylarla yatıp kalkıyorsunuz. O süreç boyunda sizden ve yakın çevrenizdeki birkaç kişiden başka hiç kimse bunlardan haberdar değil. Sonunda “tamam bitti” diyorsunuz, yayınlanıyor ve bir anda yüzlerce kişiye ulaşıyor. Sıcak Kafa projesi için de benzer bir durum söz konusu. Bir yıldan uzun süredir üzerinde çalışılıyor, pek çok taslak yazılıp çizildi, görüşmeler yapıldı. Sonunda ilginç bir şekilde, ikisinin su yüzüne çıkması aynı zamana denk geldi. Heyecanlı.
İnsanlar devletlerinden daha çok şey bekler hale gelecekler
Kübra'yı konuşmadan önce Sıcak Kafa'ya dair sormak istiyorum: Siz bir kâhin misiniz? Bu günleri o zamanlar gördünüz mü? Baksanıza tüm dünyada bir salgın var ve konuşarak, dokunarak, yakınlaşarak bulaşıyor. En büyük salgın ise konuşarak herkesin delirmesi. Bu taraftan bakınca dünya Sıcak Kafa’yı yaşıyor sanki.
Doğrusu Sıcak Kafa’yı yazarken birkaç sene içinde benzer bir durumda kalacağımız aklımın ucundan geçmemişti. Gerçekten de tuhaf paralellikler var. Sıcak Kafa’nın dünyasında da toplu yapılan aktiviteler terk edilmiş durumda. Camiler boş, konserler, söyleşiler yapılmıyor. Süpermarketler yüksek güvenlikli yerler olarak kabul ediliyor. Sokaklarda başıboş dolaşmak hoş karşılanmıyor. Karantina bölgeleri var, giriş-çıkış kontrol altında. Tabii bazı farklılıklar da var, kitaptaki abuklama hastalığı, virüsle değil, konuşmayla, yani sözle bulaştığı için, insanlar maskelerle değil, kulaklıklarla dolaşıyor. İyileşme söz konusu değil, abuklamaya başlayanlar hep abukluyorlar. O yüzden salgının geçip gitmesi diye bir şey de yok, dünya geri dönüşsüz şekilde değişmiş durumda. Gerçi, muhtemelen koronavirüs salgını da dünyayı dönüştürecek ama ne yönde olacağını kestirmek çok kolay değil. Erken bir tespit olarak, serbest piyasa düzeninin böyle bir felaketle başa çıkmakta son derece etkisiz kaldığını görüyoruz. İnsanlar devletlerinden daha çok şey bekler hale gelecekler. Bunun olumlu sonuçları da olabilir, sosyal devletin daha önem kazanması gibi. Otokratik rejimlerin, diktatörlüklerin gücünü arttırması da beklenebilir. Yaşayıp göreceğiz. Bir yandan da salgının yarattığı korku ortamı, hurafelerin, komplo teorilerinin, yalan haberlerin, ırkçılığın, nefretin ve buna benzer zihinsel virüslerin de fiziksel virüsle birlikte yayılmasına ortam hazırlıyor. Bu da Sıcak Kafa’da biraz alegorik olarak anlatılan duruma daha denk düşüyor sanırım.
“İnsanlığın geleceği için insan kendini feda etmeli midir? İnsanlığın varlığı, tek bir insanın varlığından daha değerli midir? Peki uğruna öleceğin şeyin anlamını belirleyen şey ne? Onu da buldun diyelim, onu anlamlı kılan şey ne?..” gibi sorulara rastlıyoruz Sıcak Kafa'da. Bugünü ele aldığımızda, insanlar başkalarının "abuklamasına" sebebiyet vermemek için yeterli çabayı gösteriyor mu? Kendini feda etme durumu mu, bencillik mi söz konusu? Bu sürecin sonunda bizleri nasıl bir dünya bekliyor sizce?
İnsanın tabiatında hem bencillik, hem fedakârlık var. Bir yandan herkes kendini düşünmek zorunda, bir yandan da hayatta kalabilmek için toplumun parçası olmak zorundayız. Ancak fedakârlık uzun vadeli bir yatırım. Gerektiğinde başkalarının da aynı fedakârlığı sizin için yapacağına dair bir güvene dayanıyor. Panik durumunda bu güven kayboluyor. Örneğin markete gidip rafların yarı yarıya boş olduğunu gördüğünüzde, siz de kalanları boşaltmak zorunda hissediyorsunuz kendinizi. Kimsenin salgından tek başına kurtulamayacağı aşikâr. Ancak güçlü bir toplumsal dayanışma bilinciyle, en az kayıpla atlatabiliriz. Toplumsal bağlar çözülmeye başladığında ise gerisi çorap söküğü gibi gelir, kaosa doğru sürükleniriz. Kaos korkusu da despotik rejimleri besler. Birkaç sene içinde kendimizi daha da otoriter bir baskı altında bulabiliriz ki Sıcak Kafa’da tasvir edilen de aşağı yukarı böyle bir dünyaydı hatırlarsanız.
Türk okuru kendi dilinde yazılmış distopik kitaplara alışık değil. Ancak eminim, bu tarz kitaplar okurken veya film seyrederken, hepimizin aklından "Bu bizim ülkede yaşansaydı kim bilir nasıl gelişirdi olaylar" diye bir düşünce geçer. Sayenizde Sıcak Kafa'yla bu merak biraz olsun giderilmiş oldu ve şimdi de, dizi olarak izleme şansımız olacak. Kitabın bir dizi veya filme uyarlanabileceği öngörüsünde bulunmuş muydunuz hiç?
Elbette. Hem barındırdığı görsel malzeme açısından, hem de sinemada distopya ve kıyamet sonrası türlerinin, özellikle başlı başına devasa bir alt tür olan zombi filmleri sayesinde güçlü bir geleneği olması yüzünden, okuyan herkesin aklında pek de güzel film olacağı fikri oluşmuştu. Birden çok teklif de aldım işin doğrusu, ama Mert Baykal en ciddi yaklaşan ve en büyük düşünen kişiydi içlerinde. Sonunda ortaya çıkacak dizi, kitaptan ayrı bir eser olacak, hatta boyutları açısından kitabı aşıyor. Daha çok sayıda karakter ve hikâye arkı barındıracak, dolayısıyla biraz serbest bir uyarlama olması beklenebilir.
Sıcak Kafa Amerika'da çekilseydi Paul Giamatti oynasın isterdim
Diziye dair oyuncu bilgilerini henüz almadık. Aklınızda, Murat Siyavuş karakterini oynasa oynasa en iyi şu kişi oynar diyebileceğiniz bir isim var mı? Tabii oyuncularımızı da kırıp, gücendirmek istemezseniz, dizi yurt dışında çekilseydi olarak da düşünebiliriz.
Oyuncu seçimi konusunda yorumda bulunamam. Ama Amerika’da çekilseydi kim oynardı diye şimdi düşününce, gözümün önüne ilk Paul Giamatti’nin sureti geldi. Sıcak Kafa’nın editörlüğünü üstlenen sevgili dostum Alper Canıgüz de, Murat Siyavuş’u gözünde, dişleri sararmış bir Ewan McGregor olarak canlandırdığını söylemişti zamanında.
Siz neler izlersiniz? Netflix'te takip ettiğiniz dizi var mı?
Evet, son birkaç yıl içinde, “Bu akşam televizyonda ne var?” sorusundan, “Bu akşam ne izleyelim?” sorusuna ailecek hızlı bir geçiş yaptık. Netflix, Bein Connect, Blu TV ve benzeri bilumum platformdan bol miktarda dizi ve film takip ediyorum. Şu aralar karanlık atmosferli Avrupa polisiyeleri ilgimi çekiyor.
Kübra'ya gelecek olursak. Henüz çok yeni bir kitap. Bu kısa sürede geri dönüşler nasıl oldu?
Son derece olumlu. Hikâyenin, tabiri caizse baş döndürücü niteliğinin okurları etkileyeceğini düşünüyordum. Ama bir endişem de vardı. Kübra’nın Sıcak Kafa’ya göre biraz daha gösterişsiz, süssüz bir anlatım tarzı var. Mizahi tonu daha az belirgin, hayat üzerine ahkâm kesme konusunda daha tutumlu ama toplamda daha incelikli olduğunu düşündüğüm bir stili yetkinleştirmeye çalıştım. Bunun karşılığını bulmayacağı gibi bir endişem vardı. Okuduğu kitaplardan parlak laflar, alıntılanıp paylaşılacak cümleler, özdeyişler bulmaya çalışan okuyucuya hitap etmiyor neticede. Aldığım yorumlardan, bu yöndeki çabamın anlaşıldığını ve takdir edildiğini görüyorum. Bu da son derece mutluluk verici.
Kübra çatlatlık seviyesi açısından Sıcak Kafa’dan geri kalmıyor
Sıcak Kafa'nın dizi projesi haberinin aynı dönemde gündeme gelmesi Kübra'yı nasıl etkiledi? Sıcak Kafa, Kübra'dan rol çaldı mı?
Evet, biraz öyle bir durum var galiba. Ben tamamen Kübra’ya yoğunlaşmışken, Sıcak Kafa yeniden gündeme geldi, hem Netflix anlaşması yüzünden hem de gerçek hayatta kendimizi bir salgının içinde bulduğumuz için. Ama Sıcak Kafa, özgün bir fikir üzerine kurulu ve birçok açıdan benzersiz bir kitap olarak, zamanında belli bir çevrede tanınıp beğenilmiş, takdir edilmiş olsa da, geniş okur kitlelerine ulaşmamıştı. Dolayısıyla, kitabın, Netflix desteğiyle de olsa, kendi yolunda devam etmesi mutluluk verici. Kübra’nın Sıcak Kafa’nın gölgesinde kalacağı gibi bir endişem de yok açıkçası. İlk kitabın da tecrübesiyle üzerinde daha ince ince çalışılmış bir roman ve çatlatlık seviyesi açısından da Sıcak Kafa’dan geri kalmıyor. Zaman içinde çok sayıda okura ulaşacağına inanıyorum.
Kübra’da dinden, topluma, yapay zekadan, güç kavramlarına kadar birçok farklı rengi görmek mümkün. Roman ilerledikçe ana karakter Gökhan Şahinoğlu'nun şaşırtıcı değişimine tanıklık ediyoruz. Özünde Gökhan Şahinoğlu okuyucuya ne mesaj vermek istiyor?
Çıkaracağı mesajı okuyucuya bırakmakta fayda var tabii ama Gökhan Şahinoğlu’nun değişiminden biraz bahsedebiliriz. Gökhan meslek lisesi mezunu bir torna teknisyeni, halktan biri olarak tanımlanabilir. Zeki, çalışkan, inançlı, çevresinde saygı uyandıran ve sözü dinlenen biri. Çalıştığı atölyede de önemli bir konuma gelmiş, hatta orayı devralmayı planlıyor. Kübra’yla hiç karşılaşmasaydı onu bekleyen hayat, muhtemelen işinde biraz daha yükselmesi veya iş sahibi olması, çoluğa çocuğa karışması gibi görünüyor. Kübra’nın “Sen farklısın” mesajıyla başlayan süreçte, giderek kitleleri peşinden sürükleyen bir lidere dönüştüğünü görüyoruz. Bir yandan da, içinde bu potansiyelin başından beri olduğunu anlıyoruz, hem toplumdaki konumuyla, hem de hayatın anlamıyla ilgili kafasını kurcalayan sorular yüzünden. Kübra tarafından tam da bu özellikleri yüzünden seçiliyor. Gökhan’ın hikâyesi okuyucuyu inanç ve iktidar üzerine düşünmeye davet ediyor. Tabii ona paralel olarak anlatılan bir de Kübra’nın hikâyesi var. Onu keşfetmeyi de okuyucuya bırakalım.
Kitabın monokrom bir logosu olması fikri güzel
Olay örgüsüne bakılacak olursa, Kübra'dan da iyi bir dizi/film çıkar. Ne dersiniz?
Evet, olabilir. Özgün ve çarpıcı bir fikir arayan sinemacıların ilgisini çekecektir muhtemelen.
Yazarlıklarının yanı sıra resim çalışmalarıyla da dikkat çeken Henry Miller, Lawrence Durrell, Sylvia Plath, örneğin bizden Orhan Pamuk gibi ünlü isimler var. Sizin de çizime merakınız var ve hatta Kübra'nın kapak çizimi de size ait. Yazmakla çizmek arasında derin ve birbirini tamamlayan bir bağ var diyebilir miyiz? İlerleyen zamanda çizimlerinizi sergilemek gibi bir düşünceniz olabilir mi?
Sıcak Kafa’nın kapağı Türkiye’nin en önemli grafikerlerinden Murat Yılmaz’a ait. Kübra’nın kapağındaki figürü çizerken de biraz Sıcak Kafa kapağından ilham aldığımı söyleyebilirim. Kitabın monokrom bir logosu olması fikri güzel. Yazmakla çizmek arasında özel bir bağ olduğundan pek emin değilim. Ama genel olarak yaratıcılığın, ya da yaratma arzusunun diyelim, mecraları aşan bir yönü olduğuna eminim. Sanat eserlerinden tarifsiz bir zevk alma ve benzerlerini üretmek için dayanılmaz bir arzu duyma gibi bir şeyle başlıyor. Yani, ne sanatçısı olmaya karar vermeden önce sanatçı olmaya karar veriyorsunuz. Mecra sonradan geliyor. Sanat dünyasının ticari koşulları, sanatçıları kategorize etmek istiyor. Bir sanat dalında sivrilmiş birinin başka dallara pek bulaşması istenmiyor. Ama aksi örnekler de yok değil, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Zülfü Livaneli, Tuna Kiremitçi ilk aklıma gelenler. Ben de edebiyat dışında üretimlerde bulunuyorum ve bunları zamanı gelince herkesle paylaşmak gibi bir düşüncem de var. Ne zaman nasıl olur, şu anda bilemiyorum.
Harıl harıl kitap okunduğunu sanmıyorum
Üçüncü kitapta okuyucu nasıl bir türle karşılaşacak? Gerçekleşmesi zor gibi görünen ancak imkânsız olmayan -benzer bir örneğini yaşıyoruz- bir hikâye mi bekliyor yine bizleri?
Evet, şu anda masada duran projenin, genel olarak Sıcak Kafa ve Kübra’nın izinden gittiği söylenebilir. Ancak biraz daha gelecekte, insanlığın bazı sorunları aştığı bir zamanda geçecek. Ütopya olarak başlayıp, küçük bir hesap hatası yüzünden distopyaya dönüşen bir hikâye diye tanımlanabilir.
Malum evlere kapandık. Ne derece samimiler bilinmez ancak sosyal medyadan görünen o ki herkeste bir kitap okuma hevesi. Bu süreçte okuyucuya hangi kitapları okumalarını önerirsiniz?
Doğrusu, harıl harıl kitap okunduğunu pek sanmıyorum. Evlere kapandık ama çoğumuz pek de boş değiliz. Evden çalışanlar eski yoğunlukta, hatta belki daha yoğun çalışıyor. İşini kaybedenlerin zaten derdi başından aşkın. Hâlâ işe gitmek zorunda olan da çok insan var. Ama yine de, salgın haberlerinden başını kaldırıp iki satır okumak isteyeceklere birkaç önerim olabilir. En son okuduklarımdan biri Selçuk Orhan’dan “100 Soruda Oğuz Atay”... Oğuz Atay’ı yalayıp yutmuş olanlara da hiç başlamamış olanlara da hitap edebilecek, özgün değerlendirmelerle bezeli bir kitap. Yazma hevesi olanlara ilham verebilecek Haruki Murakami kitabı “Koşmasaydım Yazamazdım”... Murakami koşma tutkusunu anlatırken, yazmanın yetenekten çok disiplin ve dirayetle ilgili yönüne dikkat çekiyor. Bir de çizgiroman sevenlere, Türkiye’de tamamı 10 cilt olarak yayınlanan, şiddet dozu biraz yüksek ama ilginç karakteriyle dikkat çekici “Scalped” serisini tavsiye edeyim.