“Dizi Doktoru” için yazı yazacağımın haberini alınca hemen ne yazabileceğimi düşünmeye başladım. Uzunca bir süre kafa yorduktan sonra Türk dizi ve sinema sektörüne ne kadar uzak olduğumun farkına vardım. Sinemayı ve televizyonu çok seven birisi olarak vaktimin çoğunu ya film ve dizi izleyerek ya da izlediğim filmler hakkında bir şeyler okuyarak geçiririm ve böyle bir ilgi alanım olmasına rağmen Türk sinemasına ve dizi sektörüne olan bilgisizliğimle yüzleşince doğrusu şaşırdım ve biraz utandım. Gündemdeki popüler dizi ve filmleri tabii ki de biliyor ve sosyal medya sayesinde karşılaşıyordum. Ancak üzerine düşününce fark ettim ki, belki de yıllardır hiç Türk dizisi izlemedim. Bunun sebebi üzerine bugüne kadar hiç düşünmemiştim. Fakat şimdi fark ettim ki, bunun tek sebebi Türk dizilerine ve filmlerine karşı içten içe ön yargılı olmam. Zihnimde daima Türk dizilerine ve filmlerine karşı bir ön yargı vardı. Hiçbir şekilde kendim şans vermeyip, şurada burada duyduğum eleştirilerle hiç izlemediğim dizilere ve filmlere karşı yorumlarım oluştu. Fakat ön yargımın sebebi sadece bu değildi, gözlemlerim sayesinde de bu yorumlar kafamda kanıtlanmış gibi oldu.
Türk dizisi izlemektense film izlemeyi karlı buluyorum
Örneğin; bu karantina günlerinde evimizde haberler dışında açılmayan televizyon sürekli açık olmaya başladı ve ben de 5-10 dakika da olsa annemin izlediği dizileri izlemeye başladım. Sürekli bir bölümü 20 dakika olan yabancı sit-comlar izlediğim için 10 dakikada ne kadar çok olayın işlenebileceğini biliyorum ve alışık olduğum şekli de bu! Ancak ne zaman salona annemin yanına gitsem bir 5-10 dakika televizyona baksam olayların ne kadar yavaş işlediğini görüyorum. 2 buçuk saatlik dizi bölümlerine belki 1 saatte bile işlenebilecek olayları yaymaya çalıştıkları için dizilerde fazlasıyla boşluk var. Örneğin; zaman uzatılsın diye birkaç saniye sürmesi gereken bir bakışma dakikalar sürüyor, akıcı ilerlemesi gereken bir konuşma gereksiz oyunculuk ve mimiklerle durağan ve kuru bir hal alıyor ya da sahnelerde verilmek istenen duyguyu seyirciye iletmek için abartı müzikler kullanılıyor. Bu sebeple konu ve senaryo ilgi çekici olsa bile en azından ben, daha bir bölümü bile bitiremeden ilgimi kaybediyorum. Bölüm sürelerinin uzunluğu aslında beni Türk dizilerinden uzaklaştıran en büyük etken… Çünkü kafamda daima 2 buçuk saatlik bir dizi bölümü izlemek yerine yapabileceğim başka şeyleri düşünüyorum. O vakti bir dizi bölümüne ayırmaktansa başka bir diziden birkaç bölüm izlemeyi ya da film izlemeyi daha kârlı buluyorum.
En çok ihtiyacımız olan şey sit-comlar...
Sabırsız ve meraklı bir karaktere sahip olduğumdan olsa gerek bir dizi ya da filme başladım mı çok çabuk sıkılırım ve özellikle izlediğim diziler konusunda çok seçiciyimdir. Bu iki özelliğim belki de dizi izleme konusunda beni en çok yoran iki şey. Bir diziye başladım mı ileride ne olacağını öylesine merak ederim ki o birkaç bölümü izlemek bana işkence gibi gelir ve hemen ileride ne olacağına bakarım. Eğer istemediğim bir finalin ya da olayın olduğunu görürsem hemen diziyi bırakıyorum. Bu yüzden keyifle izleyebildiğim tek tür durum komedisi dediğimiz sit-comlar. Beni bu türe iten başka bir etken de nasıl hissedersem hissedeyim beni daima keyiflendirebilmeleri. Canımı sıkan ya da moralimi bozan bir şey varsa bile, bir dizi bölümü süresince tüm sıkıntılarımı kafamdan atabiliyorum.
Ülkece geçirmekte olduğumuz bu zor günlerde de bence en çok ihtiyacımız olan şey bu. Televizyonu açtığımızda, entrikalarla ve ihanetlerle dolu drama dizilerinden ya da kavga, dövüş, silah bu tarz şeyleri normalleştiren şiddet içerikli dizilerden ziyade birazcık da olsa rahatlamamızı sağlayan, belki kötü bir günün ardından bizi güldürebilen komedi dizileriyle karşılaşmamız eminim ki hepimizde birçok şeyi değiştirir. Çocuklar Duymasın, Leyla ile Mecnun ya da Avrupa Yakası tarzı diziler özellikle şu an içinde bulunduğumuz bu karantina günlerinde insanları rahatlatmak adına çok etkili olur.
Sinemanın sanat olduğunu hatırlatan filmler
Komedi, televizyona kıyasla sinemada daha çok ele alınan bir tür ve bence bu biraz değişmeli. Televizyon için nasıl drama dizileri ya da “yaz dizileri” diye adlandırdığımız hepsi birbirinin aynısı olan romantik komediler sadece insanların önüne izleyecek bir şey koymak ya da sadece reyting için yapılıyorsa, bana göre sinemada da komedi filmleri için aynı şey geçerli. Aynı oyuncuları, aynı tiplerde gördüğümüz; senaryosu birkaç ufak farklılık dışında aynı olan komedi filmlerini görmektense, görmeye alışık olmadığımız konularda ve türlerde filmler çekilebilir. Absürt karakterler ve üzerine düşünülmemiş, tembel esprilerle güldürü öğesi kazanmaya çalışan, birbirinin hemen hemen aynısı filmler yerine sinemanın bir sanat olduğunu hatırlatan, çok sık rastlamadığımız filmlere daha çok önem verilmesinin ve daha çok bütçe ayrılmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.
Sanat toplumları iyileştirir
Bence hem sinemada hem televizyonda görmeye en çok ihtiyacımız olan şeylerden bir tanesi de reyting veya gişe kaygısından uzak, izlediğimizde “İşte bu sanat” diyebileceğimiz projeler. Çünkü sinema, televizyon, tiyatro, edebiyat; bunların hepsi kültür ve sanatın bir parçası ve bunun asıl amacından uzaklaşarak ekonomik kazancın uğruna böylesine değersizleşmesi beni üzüyor. Bir tiyatroya gittiğimde hissettiğim o duygu karmaşasıyla veya sanat aşkıyla yanıp tutuşan oyuncuların üzerimde bıraktığı etkiyle sinemada daha sık karşılaşabilmek isterdim. Tabii ki bu bahsettiğim türden filmler hiç yok değil! Fakat bana kalırsa en azından yeterli sayıda değiller. Sanatın gittikçe değerini kaybetmeye başladığı toplumumuzda, bahsettiğim tarzda filmlerin etkisinin büyük olacağını düşünüyorum. Çünkü bir doktor nasıl tek bir insanı iyileştiriyorsa, bana göre sanat da toplumları iyileştirir.
Nilüfer Türkmen 5 Yıl Önce
Tebrik ederim. Çok başarılı.
Heval türkmen 5 Yıl Önce
Harikasın