Bugün kime giydirsek?
(Bu bir özeleştiri yazısıdır)
Önceki hafta Ozan Güven’in, sevgilisi Deniz Bulutsuz’a şiddeti konuşuldu.
Ve Sivas katliamı…
Geçen hafta dünya uygarlık tarihinin mirası Hasankeyf’in kederi…
Havai fişek patlamasıyla gelen iş cinayetleri…
Aşk 101 dizisindeki eşcinsel karaktere iktidar müdahalesi…
Bir ayı yavrusuna yapılan işkence…
Cuma Ayasofya’nın camiye dönüşme kararı…
Cumartesi Srebrenitsa katliamının yıldönümü…
Eylülde 6 - 7 Eylül konuşulacak, ekimde Ankara Gar Katliamı… Daha sürüp gider.
Ne kadar zengin bir gündemimiz var değil mi? Yüzyıllar boyunca medeniyetler beşiği olduğu için övündüğümüz güzelim ülkemizin kültürel ve tarihsel zenginliğinin üstüne çöken kara bulutlar, hoşgörüsüzlüğün, şiddetin, hüznün, kederin, ölümün zenginliğini taşıyabiliyor sadece.
Bunların hepsi şiddet. Üstelik bir kaynaktan akıp gelen ve aynı kaynaktan beslenen şiddet.
O kaynağı kurutmadıktan sonra hangi biriyle uğraşacağımızı şaşırırız böyle. Sonra kafamıza göre, dişimize göre birini seçip bütün kızgınlığımızı oraya yükleriz.
Eğer toparlanıp bir imza vereceksek, erkekten kadına, kadından erkeğe, patrondan işçiye, güçlüden güçsüze, büyükten küçüğe, çoğunluktan azınlığa, bir dinden ötekine, devletten vatandaşa, iktidardan muhalefete, insandan hayvana uzanan bu şiddet, hoşgörüsüzlük, baskının yarattığı bu kötülüğe verelim.
“Yaptığımız iş çok önemli, insanları etkiliyor, ekranda görülen sokağa taşıyor” diyorsak, bunları teker teker ele alıp, hepsi için sorumluluğumuzu üstlenelim. Bunların hiçbirini diğerinden ayıramayız.
Trendtopik bir entelektüellikle süslenmiş, rüzgarda savrulan bir “kullanışlı muhalefet” içindeyiz.
Böyle yapmayalım… "Hayat bir gündür, o da bugündür" demiş üstad. Ne yapacaksak şimdi yapacağız. Ya da “şıkır şıkır” diziler yapmaya devam edeceğiz…