Çuvaldızı kendimize
Digital platformları içerik ve ahlaki olarak düzenlemeye çalışmaktan önce, ulusal kanallardaki dizi içerikleriyle ilgilensek mi acaba? Toplumsal şiddetin ve kadına yönelik erkek terörünün tırmanışı, cinayetlerin sayısındaki artışı düşündükçe, topluma ayna tutan dizilerlerle bağını araştırmak gerekiyor. RTÜK belli oranda gelen şikayetleri derliyor. RTÜK Kamuoyu, Yayın Araştırmaları ve Ölçme Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan raporlar bu anlamda çarpıcı veriler içeriyor. Yine CHP Ankara milletvekili ve parti meclisi üyesi Gamze Taşcıer’in konu ile ilgili rastgele 8 dizi incelemesi yapılarak derlediği bir rapor bulunmakta. Sadece scholar.google (Akademik Google) da sayfalarca makale var.
Biz, genel izleyici, basit yaşayan ev insanları, Perihan Abla’dan, Sen Anlat Karadeniz’e evrildiğimizi, bunları izlerken nasıl düşünemiyoruz çok şaşırıyorum. Bunları düşünmek için filozof olmak zorunda değilsiniz. Alkolü ve tütünlü maddeyi bulanıklaştırmak, küfürü biplemekle, toplumun ahlaki yapısını düzeltebiliyor muyuz? Netflix serilerini izleyerek heteroseksüel cinsel kimliğimizi değiştiriyor muyuz? Kadına şiddeti izleyip, duygularımıza karşılık alamadığımız, platonik aşkımızı dağa kaldırıyor muyuz? Hannibal izleyip, beyin açıyor, You izleyip Cebrail Can oluyor muyuz?
Hayatımın hiç bir evresinde bağnaz olmadım ben. Bu doğrudur dediğim her tezi, çürütebilecek kafa yapılarına sahip insanlar var bir arada yaşadığım. Felsefenin doğuşunda başlamış daha ahlak yasalarının evrensel olup, olmadığı. Hal böyleyken neyi, kime göre düzenleyeceksin. Yasağın, sansürün alternatifleri yarattığını göremeyecek kadar saf mıyız? Ceza sistemleri ya da her konudan sonra çığırtkanlığını yaptığımız idamla mı iyileşecek dünya? Diziler hayata ayna mı tutuyor yoksa içimizdeki sosyopatları tetikliyor mu?
Edebiyattan bir örnek vereyim. Marquis de Sade. Pornografik içeriğin en sağlam yazarı olduğu su götürmez bir gerçek. Sadizme isim babalığı yaptı. Fransız bir aristokrattı. Ailesi ve çocukları vardı. Sapkındı, yazdıkları kadar ileri gitmedi ama kalemi sınır ötesiydi. Hayatının bir kısmını hapisanede ve akıl hastanesinde geçirdi. Mahkum edildiğinde daha da sert yazdı, kalem, kağıttan mağrum edildi, kanıyla yazdı. Hala dahi miydi yoksa deli miydi diye edebiyat çevrelerinin konusu Sade.
Bu yazıyı okuyup kafamın nasıl karışık olduğunu anlamanızı umuyorum. Doğru budur, toplum bu uygulama ile daha temiz bir sayfa açar demiyorum. Diyemiyorum ama düşünüyorum be sayın okuyucu. Siz de düşünün istiyorum. Buna kafa yoran bir ben olamam. İzlediğimi sadece izleyemem. Okuduğumu sadece okuyamam. Bu derdi, bu toplumsal deformasyonu çözmek için bir araya gelip akademik, kamusal, hukuki, psikolojik, sosyolojik, biyolojik, tüm yönleriyle masaya yatıran ve sistemlerde reformlar yapabilecek, önerebilecek çok değerli yetkililer var. Dileğim odur ki düşünmekle başlayalım. Elimizi taşın altına koyalım. Sadece devlet otoritesiyle değil, her kesimden düşünenlerle, belki o hasta ruhların çığlıklarını anlamaya çalışanlarla.
Düşünmekle başlayacak her şey. Anlamakla başlayacak çözüm.