“Bir Başkadır” bir başka oldu sahiden. Sanki başka bir şey yazarsam ayıplanacağımı düşündüğümden tüm bölümleri seyretmeyi bekledim. Evet diziyi sevdim. Sevmeseydim de söylemeye cesaret edebilir miydim, emin değilim. Şimdi azıcık eleştirmek istiyorum izniniz olursa… Ama önce soluma, sağıma sonra tekrar soluma bakıyorum ve başlıyorum. Senaryo güzel, farklı, rahat akıyor, cast başarılı… Fakat izninizle biraz fazla zorlanmış demek zorundayım. Yani “Çok susadım bana kocaman bir bardak su getirin, doldurun bardağı” demişsiniz de karşınızdaki taşırarak getirmiş suyu gibi. Türk kahvesini duble içmeyi tercih edenler için ideal olmuş içerik. Bense klasik Türk fincanında severim Türk kahvesini. Özü gibi… Abartmadan…. Gerekirse arka arkaya iki fincan içerim ama ikisini de küçük kendi fincanında isterim. Olması gerektiği haliyle… Bir Başkadır’da ise tüm insanlık ve Türk sorunlarını sıkıştırmışlar bir araya gibi hissettim. Hepsinin üzerinden kısa kısa geçmişler. Hiçbirinin derinine inmeden… Hızlandırılmış kurs programı gibi adeta. Kürt sorunundan lezbiyenliğe; tecavüzden, evlatlığa; platonik aşktan gecelik sığ ilişkilere; yalılardan gecekonduya… Unuttuklarım varsa affola. Şimdi önce dizide sevdiklerimi akabinde sevmediklerimi sıralamak isterim. Bakın önceliği sevdiklerime verdim! Bakalım artıların eksileri götürmüş mü benim cephede?
Başrolde Öykü Karayel nefis bir seçim olmuş. Ben Öykü Karayel’i genel olarak çok beğenirim. Avrupai ve farklı bir havası var bence ki bu benim zayıf noktam. Öte yandan bu rol için riskli bir seçimken oyunculuğuyla son zamanlara damga vurmuş durumda Karayel. Konuşma tarzı, hazır cevaplılığı, masum ve duru güzelliği herkesi olduğu gibi beni de kalbimden yakaladı.
Psikiyatr diyaloglarındaki “Peri kibiri” hepimizi gıcık etse de o alana başarılı bir gönderme yapılmış.
Hoca ve kızı da harika birer karakter olarak oturmuş hikayeye. Evlerinin dekorasyonundaki ve kıyafetlerindeki kahverengilik dizide ayrıntılara ne kadar önem verildiğinin altını çizmiş.
Sinan’dan herkes nefret etse de kendisi günümüz “öylesine takılma” dünyasının iyi bir örneği olmuş. Şenay için portakallı kek yaptırıyor oluşu benim bir yerime dokundu yalnız. Bence ne olursa olsun sevgilisi seviyor diye kendi yemediği halde evde portakallı kek bulundurması aslında her Issız Adam’ın içinde aşka dair bir özlem olabileceğine göz kırpmış. Bunu sevdim! Zira portakallı keki de severim.
Oyuncuların ve mekanların olduğu gibiliği çok hoşuma gitti. Makyajlar, kıyafetler çok gerçek halleriyle işlenmiş. Dizi bu yönüyle Türk sınırlarını bir kez daha aşmış. Sanat yönetmenlerini ve dizinin stil danışmanlarını alkışlamak boynumuzun borcu!
Replikler de çok hayattan… Burada oyucuların da gerçeklikte payı büyük.
Çok sayıda sosyal sınıfın yer aldığı dizide yaşam tarzları ve kişisel sınıfsal alışkanlıklar iyi gözlenmiş ve onlara vurgu yapılmış. Meryem ve yengesinin el çantalarını sık sık yemek masasının üzerine lönk diye bırakmaları eminim evinde yardımcı çalıştıran tüm kadınların gönlünün orta yerine dokunmuştur.
Sevmediğim kısımlara gelince…
Meryem’in ağabeyi ve yengesine biçilmiş hikaye beni biraz sıktı. Oyuncular başarılı ama onlara ayrılan malzeme yeterli değil gibi geldi bana.
Peri rolü başarılıydı ama yalıda oturan Robert Kolej’li bir doktorun devlet hastanesinde hasta bakması pek alışılagelmiş bir durum değil! Diyelim kadın idealist ki değil… İdealist bir doktorun devlet hastanesinde başörtülü hasta görüyor olmaktan duyduğu utançla terapi alması çok gerçekçi olmamış. Gerçekçi olmamış ama ilgi çekici olmuş orası ayrı.
Gülbin ve ablası arasındaki Türkiye meselesi bana göre bardağı taşıran son nokta olmuş. Gelecek sezon çok iyi işlenmezse hiç tat vermez kanımca.
Hocanın kızının lezbiyen olması da “aman bu konuyu da sakın atlamayalım” mantığıyla tabanı doldurulmadan işlenmiş bence.
Sevdiğimiz ve sevmediğimiz kısımlarına rağmen “Bir Başkadır” gündemimizde fark yarattı mı, evet… İkinci sezonu merakla bekliyor muyuz? O da evet…