Yeni dizilerle ilgili birçok köşe yazısı yazdım. Ama ilk defa bu cümleyi kullanacağım. Bu diziyi bir cümle ile özetle derseniz, “Olaylar Türkiye’de geçmektedir” diyebilirim.
Büyük bir ilgiyle izledim diziyi, bir senarist ya da eleştirmen gibi başladım, kendimi kaptırıp “normal” bir seyirci gibi devam ettim.
Trajikomik bir şey belki. Dizinin en ilginç tarafı, ilginç bir şeyin olmaması. Yazan arkadaş bağışlasın hatırlayamıyorum ama bir tweet'te gördüm, “Gerçek insanlardan dizi yapmışlar” demiş. Ne güzel tarif etmiş.
Bu ülkede yaşayan insanların, gerçek meselelerini merkeze alan ve birbiriyle kesişen hikayeler anlatılmış. Karakterlerin dünya görüşü, dini inancı, etnik kökeni var mesela, inanabiliyor musunuz?
Yoksul dindar da var, dönemin nimetlerinden yararlanan zengin dindar da. “Laikçi”, snob psikiyatrist de var, Kürt psikiyatrist de. Türbanlı da var, “özgür - kentli kadın” da.
Senaryoyu yazan ve aynı zamanda yönetmenliğini yapan Berkun Oya’yı en başta tebrik etmek gerek. Diyaloglarla birlikte oyuncu yönetimi de çok başarılı, dozunda ve tadında. Sanat yönetimi de dünyanın gerçekçi kurulmasını sağlamış.
Öykü Karayel, Fatih Artman, Defne Kayalar, Funda Eryiğit, Öner Erkan başta olmak üzere oyunculuklar da başarılı. Ama Öykü Karayel’in hakkını ayrıca teslim etmek gerek.
Hiçbir şey gerçek kadar ilginç değildir deriz hep senaryo toplantılarında. Diziyi izlediğim dün akşam buna ne kadar özlem duyduğumu yeniden anladım.
Meğer ne çok “gerçek özlemi” biriktirmişiz içimizde…