Engin Akyürek, bir yarışmayla hayatımızın ortasına şıp diye düşüverdi. Yarışmada sessiz sakin bir biçimde sadece rolünün hakkını vererek kaptı birinciliği ve böylece onunla yolculuğumuz başladı. Ailenin sessiz, efendi, merhametli, söz dinleyen, kimi zaman da desibeli alışık olmadığımız bir şekilde yüksek ama ona da belli sınırlar koyan çocuğu olarak gördük onu.
Bir yerlerde ailesine bir şekilde sırt çevirmiş, geçinemeyen karakterler vardı zaten ama O, hayat verdiği karakterlerin hepsinde aile baskısını ve sorumluluğunu her zaman hissettirdi.
Yabancı Damat dizisinde Gaziantepli baklavacı çırağı Kadir olarak izledik. Nazlı’ya olan aşkı karşı kıyıdan vurgun yiyince sevdiği kadını yeniden kazanabilmek için binbir tane yol denedi. Ancak bu yolların hepsini denerken ailenin söz dinleyen, saygıda kusur etmeyen, derdini, kederini içinde yaşayan Kadir olmaktan öteye gidemedi. Kendi sınırları içinde her söz dinleyen evladın yapabildiği kadar isyanını yaptı ama onun da belli bir sınırı vardı. Ne de olsa babasının sözünün dışına ancak onun tahammül sınırı kadar dışarı çıkabilirdi.
Başka projelerde bir görünüp bir kaybolsa da onun canlandırdığı karakterlerde sadece kendini düşünen, vurdumduymaz ya da kulaklarını vicdanının sesine kapatan birini görmedik. Ne de olsa “kendi davasının peşine düşen” her karakterde bu tavırlardan çokça vardı. Engin Akyürek’in de yolunu farklı kılan şiddetten, acımasızlıktan ve karanlık tarafta olan birçok duyguyu rol aldığı karakterlerde dozunda kullanması değil miydi?
Bir Bulut Olsam’da Mustafa, Fatmagül’ün Suçu Ne’de Kerim, Kara Para Aşk’ta Ömer, Sefirin Kızı’nda Sancar Efe… Her projede adı değişti ama her verdiği kararda, yaptığı harekette senaryodaki ailesini bazen hiç görmesek bile, anne babasının üzerinde oluşturduğu baskıyı ve sorumluluk duygusunu onunla birlikte hissettik. Kendisine yanlış gelen bir davranışı sergilerken ya da gelişen durumlara o anda tepki vermeden bakarken anne babasının kulağına fısıldadığı sözleri bizde onunla beraber duyduk.
Etrafta zaten bu kadar fazla gürültü çıkaran, huzuru bozan, ne kendine ne de mahallesine huzur veren karakterler cirit atarken, Engin Akyürek’i bir anda hiç beklenmedik bir şekilde hızla açılan pencereden sarkan ve aşağıya doğru sessizce ama net bir şekilde “Kendi derdinizi herkesi huzursuz ederek çözmeyin” diye uyaran rollerde gördük. Eh bu kadar gürültünün, dedikodunun, bağırışın, çağırışın ve silah seslerinin arasında böyle bir uyaranın olması gerekiyordu.
Engin Akyürek’i izlerken, sanki kendisi o anda evin ziline basmış da, hangimiz en önce karşılayacak diye kapıya doğru yarış halinde koşup, onunla göz göze geldiğimizde tıpkı ailemizden birini görmenin verdiği heyecanı yaşıyoruz. Bazen uzak yollardan geldiği oluyor ama onda da anlattığı karakterle eli kolu dolu olunca gönlümüzü bir şekilde alıyor.
Engin Akyürek, bir evlat olmanın sorumluluğunu hangi karakteri oynarsa oynasın en iyi şekilde yansıtıyor. Yeri geldiğinde sinirleniyor, yeri geldiğinde üzülüyor, yeri geldiğinde de mutlu oluyor ve hangi duyguyu yaşarsa yaşasın aileden biri olduğunu her şekilde hissettiriyor.
Çok güzel anlatmışsınız Engin Akyürek'i.
Ne bı o kadar eksik ne bi o kadar fazla.. ♥️