Yılın bu dönemi parmak uçlarım kaşınmaya başlar. Zira sezonun açılmasına sayılı haftalar var. Kanallar, platformlar, festivaller ve sinema yeni projelerini görücüye çıkarmak için son hazırlıklarını yapıyor. Her yerde hummalı bir çalışma var. Ancak bu yıl televizyon kanallarının proje seçimlerinden anladığım kadarıyla hiç kimsenin izleyicinin psikolojisine katkı olmaya dair umudu kalmamış. Dünyada bilinen bir gerçek vardır. Bir ülkede ekonomik kriz baş gösterdiğinde insanların vücudunda serotonin (mutluluk) hormonu azalır ve kaygı, korku, endişe insan ruhunu ele geçirir. Bunun ne demek olduğunu zaten çok iyi biliyorsunuz, çünkü son zamanlarda hepimiz aynı durumdayız. Gözümüzü bugün başımıza ne gelecek diye açıyoruz, kimi görsek sadece hayat pahalılığından bahsediyoruz, neredeyse nefes alma vergisi ödeyebileceğimizi konuşuyoruz. Yarına dair endişeyle kuşanmış durumdayız. Bir canlının sağlıklı hayatta kalabilmesi için ihtiyacı olan “barınma, beslenme ve güvenlik” konusunda kaygılar içindeyiz. Ülke üstümüze çökmüş altından çıkmaya çalışıyor gibiyiz.
AŞK, ENTRİKA VE İHANET BEZELİ HİKAYELER
Tam böyle dönemlerde dünyada bir formül uygulanır. Halkın azalan serotonini yükseltmek için komedi projeleri artar, umut veren hikayeler ekrana ve sinemaya aktarılır. Peki, bizde durum nasıl? Bu sezon ana akımda ekrana gelecek olan bazı dizilerin isimlerini yazacağım, kararı siz verin! ‘Kara Dut’, ‘Siyah Kalp’, ‘Kör Nokta’, ‘Kötü Kan’, ‘Yoksulluk’, ‘Dönüş’, ‘Holding’, ‘Yasak Aşk’, ‘Deha’, ‘Alboraların Sert Kışı’, ‘Annem Ankara’, ‘Güzel Aşklar Diyarı’, ‘Kalpazan’, ‘Aşk, Evlilik, Boşanma’, ‘Hayat Hırsızı’, ‘İşgal Günlerinde Aşk’, ‘Kral Kaybederse’, ‘Bir Gece Masalı’, ‘Bir Aşk Masalı’, ‘Harika Çılgınlar’ ve daha onlarca dizi var. İsimleri bile aslında bize çok şey söylüyor. Hepsinin konusu birbirinden farklı görünse de iş dönüp dolaşıp aşk, ihanet ve entrika bezeli bir hikayeye bağlanıyor. Hikayenin tüm kötü kahramanları da hep aileden çıkıyor. Zira artık hepimiz kabul edene kadar kafamıza vurmaya devam edilecek. Görünen o ki; aile tüm kötülüklerin anasıdır.
YAKINDA EVLERE KAPANABİLİRİZ
Dizilerin konularını ilerleyen günlerde yazacağım ama yüzeysel bir yorumla sezon için heyecanımı dile getirdim sanırım. İzlemeden eleştiri yapmam. O nedenle önyargılarımı bir kenara bırakıp sezonu merakla bekliyorum. Çünkü bu sezon ülkenin içine düştüğü durum nedeniyle ekran karşısına oturmak zorunda kalacağız. Sokağa çıkmak çok daha pahalı bir hal alacak. Şimdi bir de “Maymun Çiçeği” virüsü çıktı. Yakında yine evlere kapanabiliriz. O nedenle umarım kanallar ve yapımcılar yurt dışına dizi ihracatı için var oldukları bu sektörde Türkiye izleyicisinin kapana kısıldığında yüzünü gülümsetecek, umudunu artıracak küçük de olsa bazı hamleler yaparlar.
Şimdi moda “Prenses Erkekler”
Son zamanlarda kadın cephesinden fazlasıyla duyduğum, şikâyet etmek için kullandıkları bir tanım var; “Prenses Erkekler…” Peki kim bu erkekler, ne yer, ne içerler? Onları nasıl tanırız? Bu soruları sormaya başladığınızda şikâyet yumağı daha da büyüyor. Ama onlarca kadın, birkaç psikolojik danışmana sorup, kendim de deneyimleyince birkaç madde çıkarabildim.
- Prenses erkekler; toplumsal cinsiyet rollerimizin bize dayattığı kalıplara karşı çıkıyorlar.
- Her şeyi erkek yapmalı fikrine şiddetle karşılar. İlk adımı kadının atmasını istiyorlar.
- Sorumluluk almayı sevmiyorlar. Söyledikleri sözün arkasında durmuyorlar, yaptıkları eylemleri reddetmekte ustalar, hayatın zorunlulukları karşısında “Canım yapmak istemiyor” diye köşeye çekilebiliyorlar.
- Kolay vazgeçiyorlar, canları sıkılıyor ve “Sıradaki” diyebiliyorlar.
- Hiç kimsenin, hiçbir şeyin peşinden koşmuyorlar. Herkes onların peşinden gelsin ya da gelmesin “keyfi bilir” diyorlar.
- “Ben” dilini kullanıyor, “ben” demeyi önemsiyorlar.
- Türk kadınının en önemli kası olan trip atmayı elinden almış durumdalar… Trip atma konusunda kıyasıya yarışırlar.
- Bir hata yaptığında “Olur, canın sağ olsun” denmesini istiyorlar.
- Hedonistler...
- Hafta içi sağlıklı beslenip, hafta sonu hiçbir şeyi umusamadan yaşarlar.
Bu liste uzar gider. Bu bir sorun mu? Görünen o ki, kadın-erkek ilişkilerinde probleme neden olabiliyor. Peki, kadınların istediği bu değil miydi? Bize dayatılan bu rolleri reddetmeye ant içmemiş miydik? Şimdi erkekler peşimizden neden koşmuyor diye söyleniyoruz. Acaba yine mi dengeyi tutturamadık? Türk toplumunun en belirgin özelliklerinden biri de, her konuda ölçüyü biraz kaçırmasıdır. Sanırım bu konuda da ölçü kaçırdık!