İnsanlar gibi...
Kendi halindeyim, silahsızım. Sigaram var silah sayarsanız, bir de birkaç tane şiir var benliğimde, kimseyle paylaşılmamış, sanki o gün hiç yaşanmamış gibi olan şiirler bunlar. Güneş aramadan yüreğin pervazların da asılı duruyorlar. Hepsi, nemliler. Ha bir de kedim var silah sayarsanız, adı Prens. Bana pek benzemiyor, o doğuştan kraliyet ailesinden. Mama kabının üzerinde adı yazılı, somonlu ve geyik etli mamaları sever, dilediği yerde uyur, dilediği kadar yer. Kumu vaktinde değişmediyse önüne kim çıkarsa çıksın sosyal statü ayırt etmeden azarlar. Kedice tam olarak bilmiyoruz. Ama ağzına ne geliyorsa söylediğini tahmin ediyoruz.
Aramızda kalsın, Prens aslında kraliyet ailesinden falan değil, okuma yazması olup tarihini araştırabilse, görecek ki aslında ırk bile değil. 1800'lü yılların sonlarında, İran kedisi ile gümüş tekirin melezlenmesinden ibaret bizim Prens. Ama o kendini kraliyet ailesinden zannediyor, kendini öyle sunup öyle pazarlıyor yakın çevresine. İnsanlar gibi.
Bizimkinin yalanı dolanı yok çok şükür. Birini seviyorsa seviyor,sevmiyorsa sevmiyor. Günümüz de herkes herkesle çok samimi ama arada zerre sevgi olmayan ilişkiler kurma yanlısı olarak görmedim hiç Prens’i. Onu tanıdığım dört buçuk yılda ki gözlemlerim bu yönde. Fakat zaman içerisinde benim çıkarsız yaşantım onun menfaat terazisini bozup gitmek isterse, ona kal demem. İnsanlar gibi.
Bir de Şila’mız var. Açık kahve ve pamuk beyazı renklerinde, Cavalier King Charles cinsi küçük bir kız çocuğu. Koşarken kulakları gözlerini kapamasa hızlı koşacak fakat fiziksel özellikleri buna izin vermiyor. Kraliyet ailesi ile soyunun gerçek anlamda yaşamışlığı var. Adını İngiltere kralından almış olması tesadüf değil. Gelin görün ki bizim Şila kralliyet ailesinden olduğunun farkında değil. Eve gelen ünlü birine de gidip sarılır, konuşmayı henüz beceremeyen küçük bir çocuğa da, eve su getiren esnafa da. Dil, din, renk, ırk, mezhep, statü ayırmıyor bizim küçük kız Şila.
Geçenlerde İsveçli bir çocukla arkadaş oldular. Dil olarak biz çocukla bir türlü anlaşamadık. Şila bizim rehperliğimizi, çevirmenliğimizi yaptı, sevgi duvarında buluştuk, insanlar gibi. Prens gibi geyik eti ve somon düşkünlüğü yok Şila’nın. Suşiyi ve çiğ köfteyi aynı lavaşa dürüp versen, ‘’Yaşasın, yeni bir tat bu’’ diye heyecanlanır. Prens ancak kendi canı istediği ve bir menfaati olduğu zaman başını sevdirir, Şila içinse oturduğun yerden ayağa kalkman yeterlidir.
En muhteşemi ne biliyor musunuz? Eğer hüzünlüysen,canın bir şeye sıkılmışsa, günün kötü geçmişse aralarında bilinmeyen bir protokol imzalanır ikisi de aynı anda gelir, başlarını dizlerimin ya da karnımın üzerine koyarlar, sabah ki gibi kavga etmezler, öyle sakince dururlar. Hiç bir şey sormazlar, tenkit etmezler, eleştirmezler. İnsanca değil, insanlar gibi değil.
Güneş ağustosu cebine koydu, usul usul demliyor közünde sonbaharı. Hamlar dalında kurudu, pişenler yanmanın arefesinde. Kimisi etliye sütlüye dokunmadan topraktan yetişen bir çiçeği anlamadan öylece geçip gidiyor zamandan.
Kendi halimizdeyiz, silahsızız .Prens&Şila biz tek, siz hepiniz! Ama tesadüfen insan olmuş gibilere değil. Kavga ile beslenip, dedikodu ile birilerini karalayıp, iftira atarak yaşamda kendilerine yer tutmaya çalışanlar gibi değil. İnsanların iyi niyetlerine umarsızca ateş açarak yaralayanlar gibi değil. Ağaçları yakıp, sokak hayvanlarının mamasını, suyunu çöpe atmayı kendine hak sayan namussuzlar gibi değil.
İnsan gibi, insanlar gibi...