Korona günlerinde sektörümüzün dayanışması şart!
Türkiye’de sinema sektörü için bir başlık atmak istesek, kolaylıkla ‘birbirlerini yediler’ cümlesi açıklayıcı olacaktır. Yönetmeni, yapımcısı, sinema sahipleri, dağıtımcısı, oyuncusu fark etmeksizin böylesi bir gidişat var. Bu durumun da bir geleneğe dönüştüğünü söylemek lazım.
2019 zaten kriz dolu geçti
Öncelikle 2019 başında yeni yasa çıkarılmasıyla birlikte önde gelen yapımcıların devreye girmesi ve hükümetle diyaloğa girmesi bir krize yol açtı. Mısır ve diğer promosyonlardan alınan rakamın hakkaniyetsiz bulunması yıllardır konuşuluyordu. Bu konuda bir son nokta koymak gerekiyordu. Temmuz 2019’dan itibaren yürürlüğe konan yasayla birlikte her şey tatlıya bağlandı.
Ama özellikle Yılmaz Erdoğan’ın “Organize İşler: Sazan Sarmalı”nı kimseyi umursamadan 1 Şubat’ta vizyona sokması, bundan iki hafta sonra da Netflix’e vermesi her şeyi allak bullak etti. Bu durumun iki sebebi vardı. İlki Erdoğan’ın yönetmenlik koltuğunda genelde yaptığı gibi çok yüksek bir bütçeyle film çekip anca 3 milyonu geçerse kendini kurtaracak olmasıydı, ikincisi ise geliri elde etmek için zaten 2.6 milyon yapan ilk filmin üzerine koymak zorundaydı.
Aslında bu konuda özellikle Cem Yılmaz’ın ve Şahan Gökbakar’ın gişe korkusu olmaması da kilit bir faktördü. Yılmaz, zaten online platformlara uygun bir projenin sinema gişesini deniyordu. “Karakomik Filmler”in birinci filminin şimdilerde Netflix’te iki bölümlük dizi gibi gösterilmesi şaşırtıcı değil. Hatta orada daha çok beğenilmesi de... Bu sebeple o ikili biraz ‘bize kimse dokunmasın’ı oynayıp aslında hiçbir risk almadılar.
Ama bu filmlerin tekrar vizyona girmesi, tarih alması sonrası Kasım 2019’dan sonra beklenen rakamların yarı yarıya düşmesi genel bir tepkiyi getirdi. “Karakomik Filmler”in gişesine kimse şaşırmadı ama “Mucize 2: Aşk” ve “Recep İvedik 6” potansiyelinin çok altında kaldı. Bu durum bilet fiyatlarıyla paralel olarak yıllık hasılatın artmasını sağlasa da seyirci rakamının 11 milyon kişi düşmesine yol açtı.
Filler tepişirken olan çimenlere olur
Bu durum karşısında SİSAY’ın yasa geçerken özellikle ‘5 ay sonra dijital platformda yayınlanabilir’ maddesini koydurması açıklanabilir. Ama uygar ülkelerde Netflix’in gelmesi ve kaliteli filmlere yatırım yapmasıyla birlikte başka stratejiler devreye girdi. Cannes Film Festivali, bu kurala ayak uydurmadığı için 2018’de yılın en iyisi olarak anılan “Roma”yı elinden kaçırdı, 2019’da da “Marriage Story”yi… Üstelik bu filmler, en büyük rakip Venedik Film Festivali’ne gitti.
Sektörümüzde şu sıralar ‘filler tepişirken çimenler ezilir’ durumu söz konusu… Majör yerli dağıtımcılar, 20 milyon TL’lik hasılatı 30 milyona çekme derdindeyken, bağımsız dağıtımcılar 50-150 bin TL’lik hasılat elde etme derdinde... Senelik hasılatımız 1 milyar TL’yi anca bulabildi. Bu sebeple de İngiltere ve Almanya gibi yılda 70 milyar TL hasılata ulaşan yerlerde bile Netflix’in 3 haftalık vizyon şartına uyulmuşken, ülkemizde buna ayak uydurmamak ‘modern dünyadan uzak kalmak’ olarak yorumlanabilir.
Netflix için 3 hafta şartına uyulmazsa sinema salonları kaybediyor
En azından yasada gişede 500.000’in altında kalan filmler için alternatif bir seçenek, detaylandırma olabilir. Zira Fransa’da 3 sene kuralı sebebiyle Netflix ve Amazon’un eserleri sadece özel gösterimlerde gösterilebiliyor. Ancak “Marriage Story” (2019) ve “The Irishman”i (2019) İngiltere, Almanya, İspanya, İtalya, Japonya, Belçika, Avusturya, Danimarka, Yunanistan, İsveç, Yeni Zelanda ve Avustralya kendi kurallarına göre 1-3 hafta aralığında vizyona soktu. ABD’de 6 aydan 3 aya çekilen Home Video ve VOD kuralı bu özel durum için yeniden gevşetildi. Bunu önemli zincirler kabul etmese de sinema salonu bulundu, şikayet eden Oscar üyeleri de tatmin edildi.
Türkiye’de ise Netflix, 1.5-2 haftalık bir şart göz önünde bulundurarak görüşmesine karşın yasalar izin vermediği için bu iki filmi vizyona sokamadı. Şu anda olağanüstü bir süreçten geçiyoruz. Haziran, Temmuz en erken sinema salonlarının açılacağı aylar gibi gözüküyor. Bu sebeple de bu arada zaten 2019’da ulusal/uluslararası festivallerde gösterilmiş, vizyon tarihi Mart-Mayıs 2020 gözüken filmlerin Blu TV’ye anlaşmalı verilmesinde bir sakınca yok. Bu durumda Başka Sinema’nın yasaya aykırı bir tavrınden söz edemeyiz.
Bir Film, bu Netflix hengamesinde 423.000 kişiye ulaşmış “Parazit” (“Parasite”, 2019) ile sinema salonlarına bir hediyede bulundu. Oscar adayı “The Irishman” ve “Marriage Story” belki de 30.000-150.000 arası bir rakama ulaşıp inat eden sinema salonlarının daha kaliteli ve Oscar’lık film boşluğunu dolduracaktı. Bu inattan dolayı olmadı.
Oscar sezonunun dışında giren “Joker”, “Bir Zamanlar… Hollywood’da” (“Once Upon a Time… in Hollywood”), “Asfaltın Kralları” (“Ford v Ferrari”) haricinde yarıştaki diğer filmlerden 30.000’i geçen olmadı. ‘Türk-işi Oscar sezonu’nda Ocak-Şubat arasında genelde hiçbir adaylık almayan eserler vizyon şansı bulup 10.000’in altında kaldı. Sinema salonları kendi kendini zarara uğrattı. 2018 sonunda “Roma” limitli girmesine karşın sinemalarda büyük salonlara sıçradı, 1 ayı aşkın süre devam etti.
ABD ve Fransa’da iddialı filmler direk VOD’de açılıyor
Universal, “The Hunt”, “Never Rarely Sometimes Always” gibi iddialı filmlerini direk 19.99 dolarlık ödeme şartıyla VOD’ye açtı. “Birds of Prey” ve “Görünmez Adam” (“The Invisible Man”) gibi 1 hafta-1 ay vizyonda kalmış filmler de bu geleneğe katıldı. Fransa’da 31 film vizyondan VOD’ye transfer edildi. South by Southwest ve Tribeca online festival oldu. Filmleri online platformlarla anlaşarak Nisan’ın son iki haftasında belli bir zaman diliminde gösterme kararı aldı.
Bu durumda sinema sahiplerinin, kendi bütçesinin hesabını yapamayan paragöz yapımcıların, ve eski kafalı dağıtımcıların yanında olmaktansa süreci izleyip kendisine gelecek kaliteli filmleri gözlemlemesi gerekir. Elbette ‘sinema salonunda film izleme’ coşkusu başka. Ama özellikle günümüzde legal online platformların bir güce dönüştüğünü de görmezden gelmemek lazım. Online platformun yasalıyla uyum içinde olunmazsa yasal olmayanına zafer kazandırmak kolaylaşır.
Yerli bir yönetmenin yaptığı münferit hamleye kızarak hareket etmek ‘yılın en iyi filmleri’ni devre dışı bırakmak anlamına geliyor. Netflix, Amazon yapımı dizi, film ve mini diziler, A-listesi film festivallerinde galalarını yapıyorlar, sinema salonunun şanını da göz önünde bulunduran organizasyonlarla taçlandırılıyorlar. Onları görmezden gelmek ‘kaliteli içerik’ten gelecek hasılatı reddetmektir.