KÖŞE YAZISI 2. Bölüm
Sahne 1. İstanbul Genel Dış-Gün
Gökyüzü sıcak havanın üstüne gerili masmavi pırıl pırıldır İstanbul’da. Görüntünün biraz tadını çıkarırız. Ağaçların arasından bir ev görünmeye başlar. Eve yaklaştıkça pencereden Sera’yı görmeye başlarız.
Cut to... (Sahne 2’ye kesiyoruz buradan), (bknz.cut to,kesmek)
Sahne 2. Sera Ev-Mutfak İç-Gün
Pencereden süzülen güneşin vurduğu çay bardağından açıldığımızda Sera’yı bi şeyler yazarken görürüz... Çünkü biz onu her gördüğümüzde, ‘Köşe Yazısı’nı yazıyor olacaktır... Sinsi sinsi notlarına yaklaşırız yine. Ve okumaya başlarız çaktırmadan...
Naber? Naptınız? Saat şu an 08:29. Muhtemelen işe gitmeyenler uyuyordur şu an. Malum uyku düzenimiz değiştiği için ben de çoğu zaman bu saatlerde uyuyor oluyorum. Çay içiyorum şu an. Hadi siz de içecek bi şeyler alın sohbet edelim. Böyle de deli gibi kendi kendime konuşuyor gibi hissetmiyor değilim ama olsun dozunda delilik de iyidir. Oyuncuların çoğu çok da normal değildir zaten. Fikret abi (Fikret Kuşkan) bi gün dedi ki, “Oyunculukla delilik arasındaki tek fark; birinde başka bir boyuta gidip dönemiyorsun, birinde gidip dönebiliyorsun.” Haksız da değil üstelik. Düşünsenize, sizin adınız dışında bir isimle size sesleniyorlar ve siz “Efendim” diyorsunuz... Mesela kendi hikayende mutlusun ama oynadığın karakter o andaki sahnede hüngür hüngür ağlayacak. Ne kadar mutlu olursanız olun oturup ağlıyorsunuz. Oturmadan da ağlayabiliyorsunuz gerçi. Bak bi örnek veriym. (yazı dilinde bu kelimenin vereyim diye yazıldığını biliyorum bu arada. Daha önceki bölümü okuyanlar biliyorlar ki ben konuşma dilinde yazmayı tercih ettim. Hatta sizin için de uygunsa diye sordum. Kimse rahatsız olmadığına göre, konuşma diliyle devam ediyorum.) Gelelim vereceğim örneğe... Sene 2015 Haziran... Canım babamı kaybetmiştik. İki gün sonra sete çıktım ve sahnede kahkahalar atıyordum. Çünkü babasını kaybeden Sera’ydı. Oynadığım karakter o gün mutluydu ve ben kayıt sesiyle beraber o karakterin hikayesindeki kişi olduğum için gereken ne ise onu yapıyordum. Kestik sesiyle beraber Sera olarak ağlamam kadar normaldi kayıt sesiyle kahkaha atabilmem.. Şimdi sorarım size, oyunculuk Fikret abinin de dediği gibi deliliğe açılan bir kapı değil miymiş biraz da? Bakınız bu yazıda oyunculukla ilgili bi şeyler anlatmaya başladım bile... Ben buradan yürüyüp, bir de eğitim verebileceğim akademi açıp işi neden ticarete dökmiym di mi? J Oyunculuğa giriş diye başlarmışım. Ama önce canım hocam Ayla Algan’dan işin inceliklerini öğrenmem lazım. Bana hep soruyorsunuz ya, nasıl başladın, ne yaptın diye... Şimdi bir yazıda hepsini anlatır mıyım? Hayır. Böle böle gidiym ki merak edip bir sonraki bölümleri de okuyun. Nasıl ama? Bence çok mantıklı.
Şimdi size bir önceki bölümde değindiğim, değinmek kelimesine de çok gülerim bu arada, resimdeki yeteneksizliğimin içindeki yetenekle alakalı bir anımı paylaşmak istiyorum. Ortaokulda resim dersindeyiz. Çamurdan heykeller yapmamızı istedi öğretmenimiz. Ben daha çöp adam bile çizemezken, çamurdan-bir de heykel-nasıl yapacakmışım acaba derken, ailemin gururla sergide heykelimin önünde durduğu o muhteşem an geldi gözlerimin önüne.
Flashback..
Sahne 3. Sergi Salonu İç-Gün
Ahmet, Demir, Sera, Sera öğretmen, yardımcı oyuncular...
Sera’nın öğretmeni ve ailesi gururla, Sera’nın çamurdan bilinçli bir şekilde yaptığını zannettikleri, kucağında bebeği olan kadın heykeline hayran hayran bakıyorlar. Sera’nın şaşkın yüzünden geçmeyle..
Flashback..
Sahne 4. Sera Okul-Resim Sınıfı İç-Gün
Sera, Sera’nın öğretmeni, öğrenciler, heykel (Bu sahnenin başrolü heykel)
Sera’yı çamuru mıncıklarken görürüz. O sırada öğretmeni yaklaşır.
Öğretmen: Sera’cım bunu nasıl yaptın? Tebrik ederim.
Sera: Neyi, nasıl yapmışım öğretmenim?
Öğretmen: Sadece kadın değil, bir de kucağında bebek yapmışsın. Çok sanat Sera’cım, çok sanat bravo! Sergide senin eserin de olacak.
Sera iç ses: Dalga mı geçiyor acaba?
Flashback’ten çıkış..
Sahne 5. Sera Ev Mutfak İç-Gün
Sera çayını bitirmiştir. Yazmaya devam ediyordur. Notlarına tekrar yaklaşır ve okumaya gizlice devam ederiz.
Meğer öğretmenim dalga geçmiyormuş. Ben çamuru mıncıkladıkça, birden bir kadın ve kucağında bebek belirmiş. Aslında şöyle bi geriye çekilip gözlerimi kısıp baktığımda, belli belirsiz benziyordu öyle bi şeye. Ama öğretmen benim bilerek hayal edip bu eseri (!) çıkarttığımı düşününce, iyice belirginleşmesine yardım etti ve bir anda benim sergilenen bir heykelim oldu. Olsun. Bilerek ya da bilmeyerek bugüne bugün çöp adam çizemese de heykeli sergilenmiş bir sanatkar var karşınızda. Diyeceğim şu ki, yapamadığımızı düşündüğümüz bir konuda bile ben yapamam demek yerine; çaba sarf ettiğimizde, o çaba bizim hayalini bile kuramayacağımız bir yolculuğa çıkmamıza vesile olabiliyor.
Yazı aralarında flashback yazdığımı görmüşsünüzdür. Çünkü nasıl görmeyesiniz zaten J Flashback geçmişe dönüş demektir. Senaryolarda, senaristler geçmişten bir şey anlatmak istediğinde geçmişteki sahnenin başına flashback yazarlar. Böyle böyle biz dönem işine kadar uzanırmışız... (Uzanmak kelimesi de komik diil mi?) Başkalarından duyunca ya da bir kitapta okuyunca güldüğüm bir çok şey ne kadar da yardımcı oluyormuş meğer yazı yazarken.
Haftaya ne konuşalım istersiniz? Oyunculuktan ve kendi hikayelerimden devam edelim mi? Müziğe de biraz “uzanalım” mı? :
Üçüncü bölümde bakalım neler olacak. Öptüm. Hoşçakalın. Hadi kapat. Önce sen kapat. Ya hayır önce sen...
Sahne 6. Sera Ev-Sera Oda İç-Gün
Sera yatağında uzanıyordur. Uyukluyor gibi bir hali vardır. Yüzündeki tebessümden fade out...
(Fade out kaybolmak. Senaryoda bu kelime de çok kullanılır)
Kestik!
Bu arada şu cümleni de hemencecik not defterime aktardım: "Diyeceğim şu ki, yapamadığımızı düşündüğümüz bir konuda bile ben yapamam demek yerine; çaba sarf ettiğimizde, o çaba bizim hayalini bile kuramayacağımız bir yolculuğa çıkmamıza vesile olabiliyor."
Gelecek haftaki konunun ne olacağına gelirsek, bence biz burada ne söylesek de etkisiz kalır. Çünkü tahmin ediyorum ki, yazacağın konuyu kalemin kağıdına değmeden çok kısa bir süre önce belirleyeceksin. Belki de tüm bunları bu kadar samimi kılan şey de budur zaten. Şimdi fark ettim daldan dala atlayıp (Muhtemelen bu kelimeye de gülüyorsundur.) baya uzatmışım, hemen bitiriyorum. Sera, seni çok seviyoruz. Unutma ki biz hep senin yanında olacağız. Haftaya görüşmek üzere...