Köşe Yazısı 5. Bölüm
Sahne 1. Sera Salon İç-Gece
Sera’nın notlarına yaklaşırız yine çaktırmadan.
Ben küçükken bana “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorduklarında; anne, şarkıcı bir de artist derdim. Her kız çocuğu gibi benim de oyuncak bebeklerime anne olmuşluğum çoktur. Gerçi ben abimden dolayı tren yarıştırıp araba da sürerdim ya da bu tarz erkek çocuğu oyuncaklarıyla da istesem de, istemesem de oynardım sıkılmamak için. Hemen hemen her kız çocuğu eline annesinin allık fırçasını almıştır mikrofon niyetine. Ben sanırım allık fırçasını elinden bırakmayanlardandım. İlk kamera deneyimimi 3 yaşlarımda yaşamıştım. Yönetmenim babamdı. Tarsus’a 8 kilometre, Mersin’e 100 kilometre uzaklıkta Boğsak koyu vardır. Mersinlilerin sıklıkla gittiği özel bir plaja sahiptir Boğsak. Yapılaşmadan uzak bina yığınlarının olmadığı, el değmemiş saklı bir cennettir. Babamın işi sebebiyle yurt dışında olmadığı zamanlarda her hafta sonu Boğsak’ta denize girmeye giderdik. Babam da beni el kamerasıyla keyifle kayda alırdı. Ucu lüle lüle uzun saçlarım ve çok minnoş hallerime gölge düşüremezdi fındık göbeğim. Ahşap şezlonga uzanıp güneş yağımı sürerken ki hallerim büyümüş de küçülmüş sözünün hakkını fazlasıyla verirdi. Halen o kayıtları açıp izlerim arada...
Flashback...
1984 MERSİN
Sahne 2. Boğsak Dış-Gün
3 yaşlarındaki Sera, Sera’nın babası Ahmet, annesi Serap, abisi Demir
Masmavi denizden kıyıya doğru yaklaşınca önce 6 yaşındaki Demir’i başında şapkası bir tekneyi incelerken görürüz. Hemen yakınındaki masada Serap tatlı yer. Kumsala doğru döndüğümüzde Sera’yı üstünde kırmızı bikinisiyle saçlarını savurarak, denizin kenarında kamera kaydı yapan babasına cilveler eşliğinde dans ederken görürüz.
Ahmet: Dünyanın en güzel kızı kim?
Sera: Ben.
Ahmet: Kızııım bana bakar mısın?
Sera cevap vermez.
Ahmet: Kızımmm canımmm...
Sera’da cevap yok çünkü aşık olduğu babasına cilve yapmakla meşgul.
Ahmet: Kızım denize girelim mi?
Sera: Hayığ dans ediyoğum bem babam.
Flashback’ten çıkış...
Günümüz İstanbul...
Sahne 3. Sera Salon İç-Gece
Sera’nın nemli gözlerinden notlarına geçeriz...
Kameralara alışmaya o yıllarda başlamışım meğer...
Allık fırçasının yerini mikrofona bırakışını başka bir yazımda anlatıcam, çünkü neden anlatmiym?
Bu haftaki köşe yazımdan sonra hem www.dizidoktoru.com sitemize, hem de sosyal medyada attığınız mesajlarınızda benden daha fazla çocukluğumu anlatmamı istemişsiniz. Bu sebeple ara ara anlatıcam ve yine bu sebepten bu yazımda da sizi kırmamış oldum. Bir de Kertenkele’yi anlatmam konusunda çok fazla talep geldi. Oynadığım her projeyi tek tek anlatabilmem çok mümkün değil ve izlememiş olanların da yazımı okuyabileceklerini göz önünde bulundurarak, ancak oyunculuk üzerine ve yer aldığım projelerle ilgili genel bilgiler paylaşabilirim sizinle seve seve. Diğer türlü her bölüm kendimi anlattığım bir kitaptan farkı kalmaz bu sayfanın.
Oysa benim istediğim hem oyunculuk, hem müzik, hem güncel olaylarla ilgili sizinle sohbet etmek, sohbet ederken de kendi deneyimlerimi harmanlayıp, geçmişten anılarımı paylaşarak sizi biraz olsun gülümsetebilmek.
Oyunculuğa nasıl başladığımla ilgili ve ne yapmamız gerekiyor, eğitim şart mı gibi birçok soru geliyor sizden. Bunlar cevabı tek cümleyle verilebilecek sorular değil. Ben yine kendimi anlatarak ancak ışık tutabilirim size ileriki bölümlerde.
Dikkatimi çeken bir şey var ki, mesleği şarkı söylemek olan ya da oyunculuk olan kime sorsanız “Ben küçüklüğümden beri istiyordum” diye cevap veriyor. Bunun da nedeni sanırım hepimizin çocukluğumuzda şarkı söylemekten ve kameraya alınmaktan hoşlanıyor olması.
Diğer bazı meslekler için de geçerli aslında bu durum. Bunun da nedeni, belki de sahip olduğumuz ya da olmadığımız mesleklerle ilgili küçük de olsa anılarımızın ya da hayallerimizin olması. Mesela ben doktor olsaydım ve bana sorsalardı, “Küçüklüğümden beri istiyordum” diyebilirdim çünkü küçükken doktorculuk da oynamışlığım var birçok çocuk gibi. Belki de bütün bunlar bilinçaltımızdaki olayların, zaman içinde gerçeğimize dönüşmesiyle bilinç üstüne çıkmasıyla kurduğumuz cümlelerle alakalı kim bilir...
Büyüdüm ve üniversiteyi bitirdikten sonra tiyatro, şan, diksiyon eğitimi aldım. Ne mezun olduğum turizmle, ne de oyunculukla ilgili bir girişimde bulunamadan evlendiğim için tıpkı çocukluğumdaki sıralamayla ilk olarak anne oldum. İyi ki de Allah bana bu kutsal duyguyu nasip etti. Ve iyi ki de bu duyguyu yaşadığım evlat, oğlum Boran oldu. Anne olmak bana göre birçok şey; tarifi olan ya da olmayan ve bir bedende iki kişiyi yaşamak. Evladın iki ise üç kişiyi yaşamak. Ya da kaç çocuğun varsa o kadar kişi olmak-olabilmek bir kişinin içinde...
Şarkı yazmak da anne olmak gibi... Şarkılar da yavruların. Oyunculuk da keza böyle... Oynamaya çalıştığım her karakteri ben doğurup büyütüyorum. Bütün meslekler de böyle değil mi? Hep bir doğma ve büyüme süreci var. Bazen de büyüdükçe küçülebildiğimiz kadar büyüyoruz ama bu da başka bir hikaye.
Sera’nın notlarından daha önce yazmış olduğu bir nota geçeriz ve yine kendine ait olan yazıyı okuruz: “Şimdi yine sorsalar ‘büyüyünce ne olmak istersin çocuk, derim ki çocuk.”
Babama, çocukluğuma ve Boğsak’a özlemle...
Oyunculukla ilgili deneyimlerinizden bahsederken kanıtla ilgilide bişeyler paylaşın hastasıyım kanıtın