2. İzmir Film ve Müzik Festivali’nde Marc Collin rüzgarı

KÜLTÜR SANAT 20.06.2022, 10:18 20.06.2022, 12:32
2. İzmir Film ve Müzik Festivali’nde Marc Collin rüzgarı

Nouvelle Vague projesinin kurucusu Fransız müzisyen Marc Collin, 2. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nin konuğu olarak İzmir’e geldi.  Collin’in festivalin, “Müziğin İzinde” bölümünde yer alan filmi “Niçin Versay?” İzmir Sanat’ta izleyicisiyle buluştu. Film, Versailles’ı Fransız müzik sahnesinin merkezine oturtan koşulları işliyor.


 
Kalıplara sığmayan bir yönetmen; Marc Collin

Marc Collin’in yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği “Niçin Versay?” bilinen kalıplara sığmayan, belgeselle kurmaca arasında gezinen bir film. Filmin gösteriminin ardından yapılan
Yönetmen Eylem Kaftan’ın moderatörlüğündeki söyleşide Marc Collin şöyle konuştu: “Nouvelle Vague grubu dünya turnesi yaparken gittiği her yerde diğer grupları da soruyordu insanlar. Onun üzerine bir anda çocukluğumu, dünyadaki müzik ve sanat sektöründe çok önemli yerlerde bulunan sanatçılarla geçirdiğimin farkına vardım. Ben de Versay’da büyüdüm. Seksenlerde Versay’da ilk grubumu kurdum. Oradan Nouvelle Vague geçtim. Filmin ilham kaynağı bu keşifle başlamış oldu. Gençlik yıllarımdan itibaren hep yönetmen olmak istedim. Sinemaya çok büyük bir tutkum vardı. Ama senaryo yazmak, fon başvurularında bulunmak, bir filmi finanse etmek beni hep çok tedirgin ediyordu ve zor geliyordu. Kendi stüdyonda müzik yapmak çok daha kolay. Fakat beş sene önce hazır hissettim ve ilk filmimi yaptım. Filmin ana mesajı, başarılı gençlerin bir araya geldiği bir yolculuk. Ama arkadaşlarının başarısını gördükçe diğer gençler de daha başarılı olabileceklerine dair cesaretlenmiş. Biz de yapabiliriz demişler, yüreklenmişler. Aslında bu karşılıklı olarak gençlerin birbirini etkilemesinin de hikayesini anlatmak istedim.”



“Müzik bütün dünyanın konuşabildiği tek ortak dil”

Festival kapsamında “Film Müziği Nedir, Ne Değildir?” başlıklı bir panel de yapıldı. Film yönetmeni Serdar Kökçeoğlu moderatörlüğündeki panele; müzisyen Cumhur Bakışkan, besteci Turgay Erdener ve Güldiyar Tanrıdağlı katıldı. Panelde Turgay Erdener, “Müziğin filmin ötesine geçmek diye bir tartışmanın olmaması gerektiği düşünüyorum. Müzik belki de insanoğlunun yarattığı bütün dünyanın konuşabildiği tek ortak dil. Dolayısıyla bu aslında biraz böyle üstün bir durum yaratıyor. Tek başına hiç bir şeye ihtiyaç duymadan olabilir. Fakat düşündüğüm o ki gerek tiyatroda gerek sinemada müzik; tiyatronun ve sinemanın hizmetinde olmak durumundadır’’ dedi.
Güldiyar Tanrıdağlı ise konuşmasında, “ben daha çok dizi müziğiyle meşgulüm. Dizi müziğinde bugün Türkiye aslında sektör olarak uluslararası alanda epey büyük bir paya sahip. Bir yandan gurur verici. Ama bir yandan da iyice fabrikasyona doğru yönelme de yok değil. Müzik de tabii bunların içinde yer alıyor maalesef. Dizi ve film müziği bir süre bir yere kadar paralel ilerliyor. Bir yerden sonra çok net bir şekilde ayrışıyor. Başlangıçta bize bir senaryo geliyor, okuyoruz çünkü aslında sıfırdan yaratılan iki kalem var. Biri senaryo, bir de müzik. Dolayısıyla beraber oturup aslında düşünüyoruz yönetmen ve senarist ile. Yönetmenin kafasında yarattığı dünyayı anlamaya çalışıyorum. Onun dışında, müzik yazma kısmına geçmeden önce türü önemli. Hikayenin türü, yeri, nerede geçtiği. Zamanında çok önemli. Bir dönem filmi ya da günümüzde mi geçiyor? Katman katman gidersek ana karakterler öne çıkıyor’’ diye konuştu.


Cumhur Bakışkan ise şu ifadeleri kullandı: “Programlı müziklerde bir kişilik tartışması, bir kişilik yarışması değil, bir karakteristik duruş yaratmanın önde olduğunu, bu kaygıda olduğumuzu göstermeliyiz. Tasarımın nereden çıktığını düşünürsek o ses tasarımını biraz bestecilikle karıştırmamak, hatta çok da kurcalamamak lazım. Ses tasarımı eşittir bestecilik dememek lazım. Ancak, film filmdir. Müzik sonrasında gelir ve üstüne ilave olmuş kendi kişiliğiyle savaşmayan, karakter koymamaya çabalayan bir şey olmalıdır’’ dedi.

Açık hava sinemalarında film şöleni

Derviş Zaim’den Cesaret Dolu Bir Film: Flaşbellek

Derviş Zaim’in yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği “Flaşbellek”,  Kadifekale gemisinde sinemaseverler ile buluştu. Başrollerini Saleh Bakri ve Sara El Debuch’ın paylaştığı film, Suriye’deki insanlık dramını, yarım milyonu aşan ölüme rağmen şiddetini koruyarak devam eden savaşı ve ülkede akan kanı durdurmak için kendi hayatını riske atan bir adamı konu ediyor.

Derviş Zaim film gösteriminin öncesindeki söyleşide, “Flaşbellek Suriye'yle ilgili bir film. Türk sinemasının bu konuyla ilgili yaptığı filmler daha çok göçmenin dramına eğilen filmler. Göçmenin büyük şehirlerde nasıl ayakta kalmaya çalıştığı, Suriyeli göçmenin yurt dışına nasıl kaçtığına ilişkin hikayeler biçiminde ortaya çıkıyor. Bu filmin o filmlerden daha farklı bir tarafı var. Bir boşluğu doldurmak gibi bir tarafı var. Çünkü bu film farklı bir yerden yaklaşıyor. Suriye'de ne oldu sorusu hareket ediyor. Yani sadece göçmenin burada büyük şehirde ayakta kalma hikayesini değil, orada ne oldu? Ne oldu da bütün bunlar yaşandı. Ne oldu da bütün bunları tetikledi gibi daha birincil bir soruyu kendisine soruyor.. Bunun için yaptım. Bizim sinemamızın da Suriye'yle ilgili bir şeyler söylemesinin iyi olacağını düşünüyorum. Kendi adıma böyle bir film yapmak istedim. Film gerçek olaydan esinlenildi. Oradan kaçan ve oradaki insan hak ihlallerini dünyaya duyuran, kod adı Sezen olan birisinin hikayesi. Film bir yolculuğun hikayesini, bir büyümenin ve olgunlaşmanın hikayesini ele alıyor. Bu yolculukta insanlar büyüyorlar, gelişiyorlar. Kendilerinde olmayan bir şeyi buluyorlar ve onunla kendilerini başka bir seviyeye getiriyorlar’’ dedi.



Bir Ailenin Dramı: Kapı

Birçok başarılı film ve diziye imza atan usta yönetmen Nihat Durak’ın filmi “Kapı”,  Kültürpark Açık Hava Sineması’nda izleyenlere unutulmaz anlar yaşattı. Başrollerini, Kadir İnanır, Vahide Perçin, Timur Acar, Aybüke Pusat ve Erdal Beşikcioğlu’nun paylaştığı film, çarpıcı öyküsü ve etkileyici oyunculuklarıyla Mardinli ailenin dram dolu hikayesini anlatıyor.
Ülkeyi terk edip, Almanya’ya yerleşmiş Süryani bir aile, yıllar önce öldürülen oğullarının cesedinin bulunduğu haberini alınca, cesedi teşhis etmek için Midyat’a döner. Ev sapasağlam durmaktadır ama geleneksel motifler içeren ahşap kapısı satılmıştır. Kapının peşinden uzun bir yolculuğa çıkan Yakup’un serüveni, ayrımcılığa karşı bir çağrı niteliğindedir.  

Yorumlar (0)