Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen 32. Ankara Film Festivali’nde Ulusal Uzun Film Yarışma heyecanı dün gösterilen 4 yarışma filmiyle başladı. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlenen festivale 3. gününde de sinemaseverlerin ilgisi yoğundu.
Ulusal Uzun Film Yarışması gösterimleri, 12 Kasım akşamı düzenlenecek Kapanış Töreni’nde sahiplerini bulacak ödülleri belirleyecek jüri üyeleri; Andreas Treske, Meral Efe Yurtseven, Selen Uçer, Seren Yüce ve Vecdi Sayar’ın katılımıyla gerçekleşti.
Ulusal Uzun Film Yarışması heyecanı Erkan Tahhuşoğlu’nun filmi “Koridor”un gösterimi ile başladı. Festival takipçilerinin ilgi gösterdiği film sonrasında yönetmen Erkan Tahhuşoğlu, başrol oyuncuları Emel Göksu ve Ayşe Demirel, yapımcılar Zeynep Koray ile İris Tahhuşoğlu’nun katılımıyla bir söyleşi gerçekleşti.
Erkan Tahhuşoğlu: Koridor ilk baştan beri tek mekân filmiydi. Dolayısıyla mekân benim için önemliydi, tek mekân olmasının bir gerekçesi var tabii ki. Benim için önemli olan iki yaşlı kız kardeşin bir eve sıkışmışlığını anlatmaktı. Onun üzerinden yaşlılık nedir, yaşlılıkla gelen yalnızlık nasıl bir şeydir, o sıkışmışlık nasıl bir duygudur, bunların mekânsal ve görsel karşılıkları nelerdir? Dolayısıyla ister istemez tek mekân olmak durumundaydı zaten.
Emel Göksu: Senaryoyu aldığımda yazarı çok merak ettim. Gerçekten bizim yaş grubunun duygularını bu kadar güzel anlatan, hisseden senarist acaba kaç yaşındadır diye düşündüm. Ama gördüğünüz gibi çok genç yaşta ama bizim duygularımızı gerçekten çok güzel anlatmış, senaryoyu aldığımda çok beğenmiştim ve bana çok yakın geldi.
Ayşe Demirel: Ben de Emel gibi senaryoyu okuduğum zaman çarpıldım, çok beğendim. Tabii Ayşen ile çok eski arkadaşız o yüzden de kardeş olmakta hiç zorlanmadık. Kendi yaşlarımızı oynadık. 17 yaşından beri arkadaşız, çok güzel günlerimiz oldu, anılarımız oldu. Bir sürü yaşamışlıklarımız var. Bunların doğal olarak etkisi oluyor tabii.
Festivalde izleyiciyle buluşan bir diğer yarışma filmi ise “Sen Ben Lenin” oldu. Filmin yönetmeni Tufan Taştan, başrol oyuncuları Barış Falay, Saygın Sosyal ile yapımcılar Ali Bayraktar ve Zeynep Ünal film sonrası izleyicilerin sorularını yanıtladı.
Tufan Taştan: Mümkün mertebe bir masal anlatmaya çalıştık. Bu anlatacağımız masalı da tek mekâna sıkıştırmakla birlikte bir şekilde kasvetli bir ortama girmemesine, seyircinin ya da masalı dinleyen insanın bir şekilde klostrofobik bir yere girmemesine çalıştık. Biz bunun aksine o masalın kendi dilinin ve zamanın geçebileceği bir şey yaratmaya çalıştık. Bu film iki oda bir salon bir yerde çekildi onun dışında gördüğünüz her şey bilgisayarda yapıldı. Barış Bıçakçı ile birlikte yazdık senaryoyu. Biraz daha bu ülkenin portatifi gibi bir şey kurmaya çalıştık.
Barış Falay: Bir tarafıyla siyasi bir boyutu var filmin belki ama absürditesi en az şu anki kadar çarpıcı bence, distopik halimizin bir versiyonu gibi. 2 yıl önce rüyamızda görsek şaşırdık der uyanırdık; hepimiz şu an maskelerle oturuyoruz, film üzerine yorumlar yapılıyor. Senaryo bence o absürditesine ve özel hissine sektördeki herkesi koşarak çağırdı. Herkes koşarak geldi ben dahil ve bir sürü arkadaşımın da böyle geldiğini biliyorum.
Festivalde dün gösterimi yapılan bir diğer yarışma filmi; Ferit Karahan imzalı “Okul Tıraşı” oldu. Sinemaseverlerin yoğun ilgi gösterdiği filmin senaristi Gülistan Acet, yapımcısı Kanat Doğramacı, oyuncuları Melih Selçuk ile Cansu Fırıncı ve yapım koordinatörü Ekin Zeytinler gösterim sonrası izleyicilerin sorularını yanıtladı.
Gülistan Acet: Filmi izlerken ilk yarım saatini belki biz bunları acaba niye görüyoruz nereye bağlanacak duygusuyla izliyor izleyici ve bazen şunu bile duyduğum oluyor sadece revirde de geçse olurmuş duygusunu ediniyorlar ama filmde tesadüf olan boşa giden hiçbir şeye hizmet etmeyen ya da hikâyenin bakışına felsefesine hizmet etmeyen tek bir an bile yok. Zamanında müdahale edilemeyen öngörülemeyen şeylerin sonrasında nasıl kar topu efekti ile beklenenden çok daha büyük sorunları beraberinde getirdiğine dair bir sürü örnek var. Bütün bir Türkiye’yi bir yatılı okula sığdırdığımız hissini ediniyorum, seyirciden de aldığımız dönüş böyle.
Melih Selçuk: Ben de farkındalıktan çok bir hatırlama hissiyatı uyandırdı film okurken de oynarken de izlediğimde de. Yatılı kısmı çıkardığınızda ben de o coğrafyadan geliyorum, benim çocukluğuma çok benziyordu. Farkındalık oluşturmadı bende, hatırlatttı.
Cansu Fırıncı: Benim askeri okulda yatılı olarak kaldığım 6 aylık bir deneyimim var. Dolayısıyla oradaki ortama yabancı değildim. Şiddetin aslında eğitme biçimi olarak kullanıldığı bir ortamda 6 ay geçirdim. Biraz beni o döneme götürüp geçmişteki yaşadıklarımla hesaplaşma, o duyguları tekrar hatırlama ve sorgulamaya yol açtı. Oyuncu olarak da iliklerime kadar minimal ve son derece gerçek ama sinemanın gerçeğinin çağırdığı o oyunculuğu da bana tattırmış oldu. Bu filmin benim donanımına çok şey kattığını söylemekte bir beis yok.
Festivalde günün son yarışma filmi Aydın Orak’ın yönetmenliğindeki “Sabırsızlık Zamanı”ydı. Filmin oyuncusu Pelin Batu, görüntü yönetmeni Vedat Oyan ve Aydın Orak film sonrası gerçekleşen söyleşide izleyicilerin sorularını yanıtladılar.
Aydın Orak: Filmin fikir olarak on beş yıllık geçmişi var. Senaryo aşamasının 5 yıllık süreci var. Çeşitli dönemlerde draftlar yazıldı. İki buçuk yıl önce, pandemiden hemen önce de filmi çektik. Her film gibi zorlu bir süreç oldu. O coğrafyada yaşayanlar biraz oradaki dinamizmi bilirler. Benim çocukluğum da orada geçti, ben de öyle bir çocukluk geçirdim. Çoğu lafı, sözü de çocukluğumdan aldım. Kendi çocukluğumdan bir çok şey var aslında filmde.
Pelin Batu: Ben özellikle Aydın bana bu rolü teklif ettiğinde şunu düşünmüştüm; Diyarbakır’da oyuncu olmayan çocuklarla birlikte günlerimi geçireceğim. Hakikaten onların öğretmeni gibi olacağım. Çocuklarla Pelin olarak ben ve filmdeki öğretmen karakteri olarak ben örtüştü. Bu büyük karakter yol gösterici olan ilham verici olan karakter onlara işe girin, para kazanın ya da hayatta şunu yapın diyen değil; hakikaten belli şeyleri sorgulayan daha çok feylezof bir karakterdi. Dolayısıyla benim için Eflatunumsu, hocası Socrat’tan da feyz alıp da soru soran, çok severek oynadığım bir karakterdi.
Günün ilgiyle takip edilen bir diğer gösterimi ise, Ankara Film Festivali’nin Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM) ile ortaklaşa düzenlediği VEKAM Ankara Özel Gösterimi bölümünde gösterilen filmler oldu. Ele aldığı konu Ankara kent merkezi veya ilçeleri kapsamında bir araştırmaya dayandırılarak kurgulanmış olan Muhammed Murat Aslan’ın “Ankara Manzarası” ile Kerime Senyücel imzalı “Derman Eczanesi - Ecz. Niyaz Dermancı”; “Keçiören Islığı” ve “Vedat (Vahric) Aslangül” filmleri izleyiciyle buluştu. Gösterim sonrasında yönetmenler, VEKAM Başkanı Filiz Yenişehirlioğlu, belgesel kahramanları Niyaz Dermancı ile Dolun Gürerk’in katılımıyla gerçekleşti.
Kerime Senyücel: Özellikle belgesele Ankara’da yaşamış, değişik meslek dallarında çeşitli şekillerde emek vermiş Keçiören odaklı kişiler kimler olabilir, Ankara’yı, yaşadıklarını, aile arşivlerini Koç Üniversitesi arşivine kazandıracak birileri olabilir mi diye başladık. Arkasından bu belgeseller geldi.
Muhammed Murat Aslan: 2018 yılında bir sergi vesilesiyle Ankara Manzarası tablosunun orjinali Ankara’ya geldi. Ben de o dönem belgesel fikri arıyordum. Tabloyu gördükten sonra acaba böyle bir şey yapabilir miyiz fikrini Filiz hocama taşıdım, uzunca bir sohbetin ardından da çalışmalara başladık.
Filiz Yenişehiroğlu: Ankara üzerine araştırma yapan bir araştırma merkeziyiz. Ankara ile ilgili her dönem ve her konu bizim ilgi alanımıza giriyor. Belgesel fikrine, Keçiören’de olmamızın da etkisi oldu. Keçiören’in çok değişen bir bölge olduğunu gördük. Türkiye’deki en büyük eksikliklerden birisi de bu değişimin yeterince belgelenmemesi oluyor. Biz bunun devam etmesini istiyoruz. Özellikle amacımız Ankara’nın sessiz kalmış yüzlerini ortaya çıkarabilmek. Ankara’yı Ankara yapan, değerlerini oluşturan, döneminde yaşanabilir kılan, insancıl davranışları, bakış açıları ve yaklaşımlarıyla mutlu bir kent yapmış olan Ankaralılar ve onların yaşamlarını yansıtarak hem geleceğe örnek olmak hem de çevrelerini anlatmalarıyla beraber değişimi de göstermiş olacağız.