Müzik çikolata gibidir, neredeyse herkes tarafından sevilir. Özellikle de evlere kapandığımız karantina günlerinde hayatımızdaki önemini çok daha net algıladık. İçimizdeki karanlığa, ümitsizliğe, çaresizliğe hep müzikle ışık tutmaya çalıştık. Sosyal mesafe kavramı aniden hayatımıza girdiğinde bir pencereden diğer pencereye şarkı söyleyerek birbirimize dokunduk. Müzisyenler, sanatçılar YouTube, ya da kendi sosyal medyaları üzerinden verdikleri konserlerle kayıplara, insanların yaralarına merhem olmaya çalıştı.
Ve ne yazık ki korona salgını bütün emekçilere, sanatçılara olduğu gibi müzisyenlere, müzik sektörüne de çok ciddi darbe vurdu. Konserler iptal edildi, albümler ertelendi, gruplar birbirinden uzak düştü. Salgın günleri eğitimi, çalışma hayatını, sosyal yaşamı değiştirdiği gibi müziği dinleme, üretme ve paylaşma biçimlerimizi de etkileyip değiştirdi.
Önümüz sonbahar-kış olduğu için kapalı alanlarda büyük konserler, etkinlikler ve festivallerin yapılması zor görünüyor. Albüm satışlarının da durumu ortada. Müziğinde gelecekteki kaderi dijital mecralarda şekilleniyor. Her şeyin telefonlarla cebimize sığdığı bir dünyada CD’ler naftalinlik olurken Ipod'lar bile tarih oldu. Spotify gibi daha pek çok yeni sanatçı ve şarkılara ulaşabileceğimiz yeni yeni mecralar yolda. Değişmeyecek tek şey ise müziğe duyduğumuz ihtiyaç. Ne yazık ki müziği de diğer her şey gibi çabucak tüketip atıveriyoruz bir kenara.
Biz sürekli yeninin peşinde koşarken müzisyenler de, sanatçılar da günü kurtaracak hitler çıkartıp kolaya kaçıyor. Her daim dinlenecek, modası geçmeyen, zamansız şarkıları yapmaktan kaçınıyorlar. O nedenle piyasada var olan çoğu şarkıları, sanatçıları ve grupları bir sonraki sene gelmeden unutuveriyoruz. Ruhumuza işlemeden teğet geçip gidiveriyorlar. Piyasadaki yerli-yabancı şarkıların hepsi son teknoloji ürünü evet ama yaşanmışlık, kalbe dokunan duygulardan uzak ve mekanik. Çok ara dere de kıymetli, evladiyelik sesler ve parçalar çıkıyor. İşte onlardan birini yeri gelmişken sizinle paylaşmak istiyorum.
Geçtiğimiz Cuma günü müzik severlerin beğenisine sunuldu. Nilgün Onatkut’tan “Aşkın Yolu”. Uzun zamandır gerçekleşmeyi bekleyen bir hayalin, ünlü orkestra şefi rahmetli eşi Doruk Onatkut’a kalben verilmiş bir sözün meyvesi “Aşkın Yolu”. Bilmeyenler için ufak bir hatırlatma yapayım, 1984 Eurovision Şarkı Yarışması'nda ülkemizi temsil eden “5 Yıl Önce 10 Yıl Sonra” grubunun güzel solisti Nilgün Onatkut. Hala da taş gibi deyim yerindeyse.:) 20 yıllık bir serüvenin son noktası olan “Aşkın Yolu”’nda birbirinden güzel 3 parça var. Aşkın Yolu, Dalgalar ve Sen Gülünce.
Sesi, yorumu ve performansı ile zamansız şarkılar dinleyip ruhunuzu ve kalbinizi kalıcı bir şekilde doyurmak için bu şarkılara mutlaka göz atın. Özellikle de uzun yolda harika bir yol arkadaşı “Aşkın Yolu”. Şansı da, like’ları ve indirilme rakamları da bol ve açık olsun. Emeği geçen herkese yürekten tebrikler.
Beyin dalgalarını yavaşlatabilme ve düzenleyebilme, nefes alış verişimizi, kalp atışı, nabzı ve kan basıncını etkileme gücüne sahip olan müziğe hayatınızda daha çok yer verin. Sabah kalkınca enerjinizi yükseltmek için açın müziği içinizden geldiği gibi dans edin. Boş verin başkalarını, onu bunu içinizdeki müziği dinleyin.
“Müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sanırlar.” (Nietzsche) diyerek hepinize keyifli pazarlar dilerim.