Ah be İstanbul…
İş için 4 gün önce İstanbul’daydım. Eskiden bana “İstanbul’un nesini seviyorsun?” diye sorsalar hiç düşünmeden onlarca şey sayardım. Şimdi ise tek bir cevabım var; Urla’ya dönüşünü…
Pandemide İzmir Urla’ya yerleştik. İkinci kışımıza giriyoruz. İlk sene kapanmalardan dolayı İstanbul’a fazla gidip gelemedik. Lansman, gala ve röportajları çoğunlukla evlerden online gerçekleştirdik. Aşı ile birlikte Covid-19’a rağmen normalleşmeye dönerken, iş için İstanbul’a gidip gelmeler sıklaştı.
Sevdiklerimi ve fiziksel etkinlikleri çok özlesem de, İstanbul’a gelmek neşeden çok hüzün vermeye başladı. Çünkü orası benim doğup büyüdüğüm, sokaklarını, insanlarını, kokusunu ve ahengini bilmediğim çok başka bir şeye dönüşmüş.
Üstelik dünyada içinden deniz geçen tek şehir, eşi benzeri olmayan bir şehir olan İstanbul hırpalanmaktan, çirkinleştirilmekten yorgun düşmüş, kelimenin tam anlamıyla pes etmiş. Bir yerden bir yere gitmek artık imkânsız hale gelirken üzerine Arap istilası ve taksi krizi eklenmiş durumda. Suriyeliler ve Afganlar yetmezmiş gibi bir de Araplar en güzel semt ve turistik yerleri ele geçirmiş durumda. Saygısız ve görgü yoksunu olmalarını geçtim, böyle büyük bir salgının ortasında maske takmıyorlar, uyarana da gülüp geçiyorlar. Kimsenin kimseyi böyle bir riske atmaya hakkı yok. O zaman git mikrobunu kendi ülkene saç, gelme İstanbul’a demek istiyor insan ama nafile…
Güzelim şehrin sefasını başka ülkelerin insanları yaşarken, cefasını ise esas sakinlerinin çekmesini kabul etmek mümkün değil. Taksi de bulunmuyor artık. Bulsanız bile sizi beğenmiyor, 50 TL’lik yere 50 dolar alacağı Arap turistin peşinde. Öyle bir hikâye duydum ki, yakında şehir efsanesine döner. Taksi şoförünün biri Alman turisti arabasına almış. Yolda seyir halindeyken de yolcu karşı yakaya geçmek istediğini söyleyince “Vize alman gerek1 demiş. Vize almak için ondan 400 dolar istemiş. Bir süre oyaladıktan sonra da “Vizen kabul edilmedi1 deyip zavallı turisti Beşiktaş iskelesinde indirmiş.
Dizi ve film lansmanları için 4 günlüğüne İstanbul’daydım. 34 katlı bir otelin kral dairesinde televizyon programı çekimi yaptık. 840 odalı otelin İstanbul’u ayaklarımızın altına seren manzarası beni büyülemek yerine dehşete düşürdü. Sağı başka, solu bambaşka güzelim şehrin… Tutulacak tarafı yok, estetikten yoksun garabet gökdelen ve binaların, şehircilik anlayışı görmemişlerin saldırısı altında kimliksizleşmenin de ötesine geçmiş İstanbul. Ucubeye dönmüş, Fatih’in ve ondan önceki güçlü hükümdarların uğruna öldüğü “Kırmızı Elma.” Ruhu gitmiş yalnızlaşmış İstanbul’a öyle üzüldüm ki anlatmam. İçinde oldukça bu kadar iyi analiz edemediğim gerçek, Urla’ya taşınmamızla tokat gibi vurdu yüzüme.
Konuştuğum herkes “Ne iyi yaptığınız, bizim de hayalimiz. 4 seneye kalmaz biz de bir Ege kasabasına kapağı atacağız inşallah” diye niyet bildirirken İstanbul’da kapana kısılıp kalanların Allah yardımcısı olsun. Bu kadar göç ve çarpık yapılaşmaya kim, nasıl ve daha ne kadar katlanır bilemiyorum ama her gelişimde halimize şükrediyorum.
Şehirlerin hem kimliği vardır, hem de ruhları. Şehirler oluşan bu kimlik ve ruhla hatırlanırlar. Şehirlerin kimliğini; fiziksel görüntüsü, oluşturduğu psikolojik hava, ürettiği ve damgasını vurduğu marka, mal ve hizmetler, tarihi ve güncel sanat eserleri, insanların yaşam tarzları, insanlar arası ilişkiler ve yabancılara karşı davranışlar oluşturur. Şehrin ruhunu ise içinde yaşayan insanlar oluştururlar. Ve onlar şehrin kimliğine de yön verir. İstanbul’un sakinleri kendi şehirlerinde azınlık olmuşlar, herkes gün geçtikçe daralan kendi küçük dünyalarına sığınmış durumda.
Economist Dergisi’nin araştırma birimi Economist Intelligence Unit (EIU) 2021 yılına dair güvenli şehirler endeksini yayımladı. Bu endekse göre 60 şehir altyapı, dijital hayat, kişisel güvenlik, çevresel faktörler gibi 76 güvenlik göstergesine göre sıralandı. Bu yıl pandemiye hazırlık ve Covid-19 ölüm oranı gibi değerler de eklendi. Bu sıralamaya göre Kopenhag, Toronto, Singapur, Sidney ve Tokyo ilk beş sıraya yerleşti.
İstanbul ise 37. sırada yer aldı. Listede Türkiye'den başka kent yer almıyor. Hala vakit varken İstanbul’umuza sahip çıkalım, bilinçlenmeye ve bilinçlendirmeye evimizden başlayalım. Çünkü başka İstanbul yok.