Bir Başkadır diyecektim sadece
Ben demeyeyim mi? Yıkıldı ortalık. Her playlistim'de Dilek Taşı çalan benim, artık bu dizi yüzünden Ferdi Özbeğen çaldığım sanılacak. Şaka bir yana, siz ne yaptınız ekip! Gerçekle tokat attınız, duygularımızı perişan ettiniz. Öncelikle tebrikler. Netflix platformunda Kalifat benzeri bir iş olacağını sandığım ilk örtülü Öykü Karayel görselinden sonra tabii ki dizinin fragmanını izlemiş ve listeme almıştım. Memleketimden insan manzaraları geliyordu. İki gecelik dörder bölüm sonrası bende uyandırdıklarını naçizane aktarmak isterim.
Şehir içi ya da şehirler arası her yolculuk yaptığımda, evlere, pencerelere hatta görebiliyorsam avizelere bakarım. Her evin hikayesini, her bireyin hissiyatını inceler, merak ederim. Berkun Oya, Ali Forkhonde, Nisan Ceren Göçen liderliğinde, Krek film, sahneye aşina, tiyatro severlerin, dijitalde dizi denemesini elbette merak ettiler. Hiç bu isimleri bilmeyen izleyici ise, Netflix’de bir Türk dizisi diyerek ekran karşısına geçti. Arketip karakterleri başladık seyre. Seküler, muhafazakar, sürgün, aydın, diplomalı, Anadolu insanı, din adamı, düşünür, aşık, derken asıl meselenin hiç de o etiket olmadığını bize anlattı. İletişimin gücünün, eğitim üstü olduğunu gösterdi. İnsanın iç yolculuğa ihtiyacı olduğunu gösterenin sadece terapistler olmadığını da.
Beni görüntü seçimi yanında bu dizide en çok çarpan şey; sevgiyi ifade etme biçiminin yalınlığı oldu. Yasin’in, Ruhiye’ye duygusunu aktarmasını o ana kadar kimsede bu kadar iyi izleyemiyoruz. Ünvan ve birikim olarak iletişim dersi verebilecek potansiyeli olan karakterler, kendileriyle yüzleşecek durumda bile değilken, diyaloglarını, "Kalk bana çay koy" olarak bitiren Yasin, yaşadığını en sade şekilde eşine anlatıyor, ama ne anlatma.
Meryem ile Hilmi, yaldızlı kağıt ve çorap armağanlarıyla, tek gecelik debelenmelerin yaşandığı, bir nebze mutluluk arayışları arasında flörtün zirvesini gerçekten yaşıyorlar. Kahvede Jung anlatmaya çalışması, anlam arayışının insanın ayaklarını yerden yükseltmesini betimlemesi şimdiye kadar sadece çağdaş sinemada yer bulabilirdi.
Muhafazakarlık ile yobazlık arasındaki ayrım ise Sadi Hoca ile kızı Hayrunnisa’ya bakarak yeniden tanımlanıyor. "Sen de git" ve "Ben hazırım baba" replikleri duymak isteyene düzinelerce satıra bedel. Sinan’ın yalnızlığı, kendisi hakkında duyduğu en acımasız, kız gıybetinde arşa çıkıyor. Farkındalığı ona acıyı getiriyor.
Ön yargı bükücü rolünde, hem süper vizyon verdiği meslektaşı Peri’yi hem hekimim ben diye kendini anlatmaya çabalamasına rağmen elinden hiçbir şey gelmeyen, ailesini geçemeyen Gülbin’in sıkışmışlığı da çok etkileyici. Melisa ise en olduğu gibi görünüp, göründüğü gibi olan karakter. Onun sahiciliği, medya sektörünün dayattığı, ona biçilen geçici şöhretin bile farkında olması. Dilerim ileriki sezonları çekilsin. Tadı damağımızda kalan, son derece iyi anlatımlı bir iş izledik. Yeniden tüm ekibi tebrik ederim. Berkun Oya’nın yarattığı fark umarım kendisini daha da cesaretlendirir ve devamını bizlere kazandırır.