Bizde neden olmuyor?
Hem televizyon haberciliği yaptığım hem de Kanal D’nin Kurumsal İletişim departmanında çalıştığım dönemde yerli yabancı pek çok oyuncu ile çalışma ve pek çoğunu yakından tanıma fırsatım oldu. Star Haber merkezinde çalışırken ülkemize gelen dünya starları ile röportaj yapıp onları takip etme görevi genellikle bende olurdu. Rolling Stones, Ricky Martin, Shakira, Vanessa Mae, Lorenea Mckennitt (hemen ilk aklıma gelenler) gibi isimlerle bire bir tanışma ve doğal hallerinde gözlemleme fırsatım oldu.
Hala dünyaca ünlü pek çok büyük isimle film ya da dizi tanıtımları için çalışıyorum. Türkiye’den gazetecilerle buluşturduğumuz (son1 yıldır pandemi nedeniyle internetten üzerinden gerçekleştiriyoruz bu buluşma ve röportajları) isimler arasında kimler kimler yok ki; Sharon Stone, Charlize Theron, Chirs Hemsworth, George Clooney…
Tüm bu isimlerin gazetecileri ve bizleri büyüleyen en önemli özellikleri mütevazı ve doğal olmalarıydı. Hepsi kendilerine verilen yönlendirmelere, röportaj saatine, işlerine ve onunla ilgili tüm detaylara o kadar sahip çıkıyor ki profesyonelliklerine hayran olmamak mümkün değil.
Ancak iş bizim ülkemize geldiğinde ise ne yazıkki işler tam tersine dönüyor. Ün ve şöhret arttıkça bunu sindirmek ve alçakgönüllü kalmak zorlaşıyor. Şöhret hazımsızlığı bulaşıcı hastalık gibi yayılıyor. Çiğ davranışlar, kaprisler, setteki kostümcüyü, çaycıyı azarlamalar, yapımdakilere kendini güldürecek, garip talep ve isteklerin ardı arkası kesilmiyor. Tabii ki bu yazdıklarımın dışında kalan pek çok oyuncu ya da tanınmış isimler var ama ne yazık ki azınlıktalar. İyi ya da kötü hiçbir isim vermeyeceğim. Hem onlar kendilerini hem de sektör onları zaten çok iyi biliyor. Sonuçta gözümüze büyük gibi gelse de eğlence sektörü de tıpkı yaşadığımız dünya gibi çok küçük aslında.
Oyunculuk da, marangozluk, mimarlık, doktorluk gibi bir meslek. Karın doyurmak için yapılan bir iş tıpkı diğerleri gibi. En büyük fark, işin kitle iletişim araçları sayesinde çok daha fazla kişiye ulaşması ve tanınmak. İyi eğitimli ya da kendini yetiştiren, karakter sahibi insanları ne para, ne ün, ne de şöhret bozar. Yani hamur sağlamsa ne iş yaparsak yapalım, alınan terfiler, kazanılan para, astronomik maaşlar, büyük başarılar bizi bozamaz. Kendini yenilemeye, geliştirmeye, ve eleştiriye ne kadar kapalı isen yaptığın işi kutsamaya ve kendini de ilahlaştırmaya başlarsın. Bunlar ego ve nefsin büyük tuzaklarıdır. Bu anlamda neler neler gördük yaşadık, anlatamam. Sete her gün Nusret’ten et istemekten tutun da olmayacak saatte ve yere, şampanya ile havyar isteyenlere say say bitmez.
Benim bu konuda yanılmaz testim sette ilk gün gözlemidir. Sessiz sedasız kenarda bekler ve izlerim. Ekibe nasıl davranıyorsa bir oyuncu, inanın kendisi de odur. Işıkçıyı, kostüm asistanlarını gereksiz yere azarlıyorsa, mantıklı açıklaması olmayan, belli bir nedene dayanmayan istekler de bulunup kapris yapıyorsa, sette sürekli huzursuzluk çıkarıp, negatif enerji yayıyorsa ben de gardımı ona göre alırım. Resmi ve mesafeli bir iletişim kurar, işle birlikte onu da keserim. Kısacası o kişiyi ondan sonra yolda görsem tanımam geçer giderim.
Halbuki kibir tüm inanışlarda insanın en büyük düşmanıdır. Alçakgönüllü ve mütevazı olmak her zaman kazandırır. Çünkü kurulan ilişki ve iletişim samimiyete dayanır. İş ya da proje bitse bile kurulan arkadaşlık devam eder. Mevkiler, diziler, projeler geçici kalıcı olan kurulan ilişkilerdir. Hep ne oldum değil ne olacağım demeli insan. Çünkü kimin ne zaman ve kime ihtiyacı olacağı hiç belli olmaz. Bu nedenle de hayatta en önemli şey insan biriktirmektir. Olmadan olmuş gibi davranmak, insanları aşağılamak, yargılamak hem etrafa kötü titreşim ve elektrik yayar, hem de bunun kaynağı olan kişiyi de içten içe zehirler. Hepimiz insanız ve hiç birimiz dört dörtlük değiliz. “Kusursuz bir insan ararsan dört dörtlük bir yalnızlık yaşarsın.” diye boşuna söylememiş Aldous Huxley.
Dünya starlarının belki de en önemli farkı; kusurlarını hatalarını bilmeleri ve kendilerini olmadıkları bir şey gibi göstermeye çalışmamaları. Al Pacino'nun 2015 yılında Hürriyet gazetesine verdiği bir röportajdan aldığım bir bölümü sizlerle paylaşıyorum ne demek istediğimi eminim çok daha iyi anlayacaksınız.
- “Hiçbir şeyden pişman değilim, pişmanlık yerine hatalarımı sayabilirim tabii. Yanlış film seçimleri, karakteri yeteri kadar özümseyememek vs…” Zamanında, Star Wars/ Yıldız Savaşları filminin kült karakteri Han Solo, Kramer vs Kramer/ Kramer Kramer’a Karşı, Pretty Woman/ Özel Bir Kadın ve Die Hard/ Zor Ölüm gibi gişe rekortmenleri filmlerin başrollerini reddeden Al Pacino, konuyla ilgiliyse şu yorumu yapıyor; “Hatalarımdan bir müze oluşturabilirim, özellikle oynamayı reddettiğim tüm filmleri içine alarak.”
- “Yıllar önce, Francis Ford Coppola, beni ilki çekilen Godfather/ Baba için seçtiğinde, ondan başkası kimse beni istemiyor, iş vermiyordu. Kimse beni tanımıyordu ve üstelik stüdyo bile beni istemiyordu.”
- “Pek çok şey yaptığım bir yaşamım var ve şimdiye dek işim benim hayatım oldu. Eğer bir ressam olsaydım kimse benim yaşımı sorgulamazdı. Ben bir sanatçıyım, bunu tekrarlamaktan nefret ediyorum...”
Ve son sözü Goethe’ye bırakıyorum: “Kendini pek büyük bir şey sanmayan aslında sandığından daha büyüktür.”