Çocukluğumun izleri
90’ların başından beri kıyasıya bir rekabet içerisinde olan özel televizyon kanalları, 18 Ekim 1996 Cuma gecesi, cuma gecelerine mahsus bütün kozlarıyla yayındaydılar yine. Kanal D’de Uğur Dündar’lı “Arena”, ATV’de Ali Kırca’lı “Siyaset Meydanı”, Kanal 6’da Hulki Cevizoğlu’yla “Ceviz Kabuğu”, Show TV’de Reha Muhtar’la “Ateş Hattı”, TGRT’de “İbrahim Tatlıses Show”.
Saatler 22.30’u gösterdiğinde tüm bu “ateşli” programların, canlı yayınların arasında, TRT TV 1’de yeni bir dizi sessiz sedasız, gürültüsüz patırtısız, ilk bölümüyle ekrana geldi. “Şaşıfelek Çıkmazı”ydı bu dizinin adı. Bir mahalle dizisiydi. Doğal, gerçekçi, sıcak, samimi, su katılmamış bir insan ilişkileri dizisi.
Kaçarak evlendiği için babası tarafından reddedilen İnci’nin yıllar sonra kızıyla birlikte baba evine dönmesiyle başlıyordu olay örgüsü. İlk bölümde mahalleliyi tanıyorduk birer ikişer. Kocası öldürüldükten sonra baba evinde babası ve kardeşleriyle yaşamaya başlayan ve İnci’nin çocukluk arkadaşı olan Aysel, kendisinden hem yaşça hem de akılca küçük hayta kocasıyla gelgitli bir ilişki yaşayan bakkal Saadet, öğretmen Ali Rıza ve diğerleri… Her biri, zaafları, kusurları, iyi ve kötü taraflarıyla çok tanıdıktı. Dizinin hem senaristi hem de yönetmeni Mahinur Ergun, öncesinde yaptığı ve sonrasında da yapacağı pek çok iş gibi, yine her detayıyla inandırıcı, izleyicinin içine girmekte zerre tereddüt etmeyeceği bir dünya kurmuştu.
bugün çekiliyor olsa misal, dizinin ilk bölümünde İnci’nin kızının elinden tutarak mahalleye dönüşü ve babasının onu eve sokmaması, acıklı bir müzik eşliğinde nasıl uzun uzun sekanslar ve gözyaşlarıyla verilirdi seyirciye. Aysel, kocasının bıçaklanarak öldürülmesini olanca kabullenmişliğiyle iki cümlede geçiştirirken, şimdi olsa “flashback”lerle yana döne, hüngür şakır nasıl anlatırdı kim bilir. “Şaşıfelek Çıkmazı” bu ve buna benzer bütün incelikleriyle bugünün televizyon izleyicisini şaşırtacak kadar nahifti.
Elbette bu dünyayı inandırıcı kılan bir başka unsur da dizinin oyuncu kadrosuydu. Derya Alabora, Füsun Demirel, Fikret Kuşkan ve Ayhan Kavas başta olmak üzere müthiş kadrosuyla “Şaşıfelek Çıkmazı” tam bir yıldızlar geçidiydi.
Tam da ilk paragrafta bahsettiğim sebepten ötürü, “Şaşıfelek Çıkmazı”, TRT’de iki sezon devam etmesinde rağmen çok fazla dikkat çekmedi. O dönemde sadece kendi izleyici kitlesini yarattı ama gel zaman git zaman, yine TRT’de yayınlanan tekrarlarıyla dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Hatta zaman içerisinde öyle bir fenomene dönüştü ki, 1998’de sona eren dizi, 2001 yılında yeniden çekilmeye başlandı. Bu yeni bölümlerde yönetmen koltuğunda, daha önceki sezonlarda yönetmen yardımcılığı yapan Çağan Irmak oturuyordu.
Ne var ki 2001 Mayıs ayında ekrana gelmeye başlayan üçüncü sezonda dizinin yayın gün ve saati o kadar sıklıkla değiştirildi ki, sıkı meraklıları bile takip etmekte zorlandı. Buna karşın yıllar boyunca tekrar bölümleri izlendikçe, “Şaşıfelek Çıkmazı”nın Türk dizi tarihinde farklı ve özel bir yerde durduğu konusunda herkes hemfikir oldu.
Dizinin sıcaklığında büyük pay sahibi olan müzikleri Can Hakgüder imzası taşıyordu. Şimdiki anlayışın aksine, diziyi müziğe boğmayan, her duygunun altını müzikle çizmeyen, olur olmaz gerilim yaratmayan bir anlayışla yapılmıştı “Şaşıfelek Çıkmazı”nın müzikleri. Can Hakgüder, 1993 yılında ilk film müziği “Ay Vakti” ile Altın Portakal kazanmış, bu başarısını ikinci film müziği “Yumuşak Ten”le aldığı SİYAD ödülüyle perçinlemişti. 1996’da “Mum Kokulu Kadınlar” film müziği ile bu defa Altın Koza ödülü kazanan Can Hakgüder, çok fazla dizi ve film müziği yapmamış olsa da imza attığı başarılı işlerle hafızalara kazındı.
bir kısmı tam da dizinin çekildiği mahallede, Üsküdar’da geçmiş, o ahşap evlerin rutubetli kokusunu duymuş, o mahalle ilişkilerini bizzat görmüş, yaşamış biri olarak “Şaşıfelek Çıkmazı”nın benim için de farklı ve özel bir yerde durduğunu söyleyebilirim. Hâlâ zaman zaman Üsküdar’a gider, o sokaklarda gezer, çocukluğumun izlerini ararım. Diziye bir yerde, televizyonda ya da internette ne zaman denk gelsem, çocukluğumla birlikte oturur, izleriz zaten. Zamanın değiştirdiklerini, bizden aldıklarını bir kez daha görüp hüzünlenir, sonra o günleri yaşayabilmiş olduğum için hayata minnet duyarım.