Demet Özdemir’den ekrana armağan: Zeynep
Demet Özdemir’in, bir dizi karakterinin günlük ya da havai meşgalelerinden çok gerçek bir derdi olan Zeynep’e nasıl hayat verdiğini ta en başından beri hayranlıkla izliyoruz. Sevilme, onaylanma duygusu ve kendine birinin hayatında yer edinebilmek için çırpınışlarına şahit oluyoruz.
Her dizi karakterinin kendince, bir derdi oluyor, evet. Bunu asla elimizin tersiyle itmiyoruz. Kimi başkalarına baskı yapıyor, kimi kıskançlığından zarar veriyor, kimi de hayata pembe gözlüklerle öyle bir bakıyor ki, gerçekten bir hayal kahramanı olduğuna bizleri ikna ediyor. Bu kadar karakter arasından Zeynep nasıl sıyrılıyor peki? İşte ona ayrı bir parantez açacağız.
İki evi, -birinde kıymeti sonradan anlaşılsa da- iki ailesi olmasına rağmen hayatı boyunca kendi dışında her iki tarafı da hem onlardan olduğuna ikna etmeye hem de sevdirmeye çalışan bir Zeynep izledik. Bu zamana kadar aldığı bütün kararlar kendisine değil etrafındakilere aitti hatta mesleğini bile ağabeyinin hayalini gerçekleştirmek için seçmişti. Zeynep adeta, kendi dışında başkalarının hayatına dokunan sihirli bir değnek gibiydi.
İlerleyen bölümlerde de bu durum değişmedi. Öz annesi, en yakın arkadaşı, eski nişanlısı, Mehdi ve Mehdi’nin ailesi arasında bir o yana bir bu yana hırpalandı durdu. Herkese bir şekilde yardımı dokunuyordu ama kendisini her seferinde es geçtiği için hayatındaki herkes de onu, onun düşüncelerini, onun kararlarını es geçiyordu. Şöyle bir baktığımızda, öz annesi tarafından tarafından iki çeyrek altın karşılığında çöpçatanlık ve mis gibi bir duygu sömürüsüyle kendi kararlarını hiçe sayarak zorla evlenmedi mi Mehdi’yle? Burada da yıllarca ondan ayrı kalan annesinin duygularını ön plana koymuştu.
Zeynep, kendini kendine ispatlama çabasında olan bir karakter olarak da ara ara görüyorduk. “Benim kararlarıma saygı duyun”, “Benim düşüncelerimi sorgulamayın, bir kere de hak verin” diye sitem ettiği de oluyordu. Herkesi anlama, ne hissettiğini çözme gayretinde olan Zeynep, konu kendisi olunca fanusun içinden karşısına seslenir bir şekilde kalıyordu hep. Derinden gelen sesini duyurmak ve bunu yapmak için de hep bağırmak amma velakin pay olarak da yine de dinlenmemek olarak karşılığını alıyordu.
Ancak asla pasif bir karakter değildi ve de olmadı. Söylemesi ve yapması gerekeni hep diğerlerinden daha büyük bir cesaretle yapmaktaydı. Kendine ait bir bakış açısı vardı ve zaman zaman hayrete düşüren bir olgunlukla bunları da savunmaktaydı.
Demet Özdemir, daha önce pek çok karakterle karşımıza çıktı. Aylin oldu, Aslı oldu, Lale oldu, Sanem oldu ve Zeynep’te rüştünü ispat etti. Onu genellikle romantik komedide izledik ama dramda da imzasını şöyle bir attı.
Dilerim ki, Zeynep hem kendisiyle hem de etrafıyla verdiği bu savaştan galip çıkar. Eminim ki, kendini bulduğunda evini de aramasına gerek kalmayacaktır.