Hala vakit varken...
Yine tatilden ve toplu mesajlardan ibaret bayram haftası... “Her iki cihanda gönül heybenizden menekşeler dökülsün, bayramda eller öpülsün.” İlk okuyuşta ne dediğini de anlamazsın... Ne yapılacak heybemizden? Aynı anda anlamsızca telefonun ekranına bakan 302 kişi; tüm rehber. Daha beteri toplu bayram mesajı görselleri, fonda iğrenç parlak kırmızı güller, üzerinde aynı sahtekar cümleler. Galeride yer tutmasın diye hemen sil ve bir bayram daha böylece kapansın.
Tamam, “Nerede o eski bayramlar?” klişesine girmeyeceğim. Ama bir arada olduğumuz ve hala bir şeyler paylaşabildiğimiz günler vardı. Bayram sabahlarının bir manası vardı. Erken uyanmanın, güzel giyinmenin, çocukların el öpme telaşının, bayram harçlıklarının, ziyaretlerin bir güzelliği vardı. Bayram günlerinin, şehirden biraz uzaklaşmaktan öte bir kıymeti vardı. Sınırların yeniden belirlendiği ve tüm yaşantımızı etkileyen bir pandemi sürecinden geçiyoruz. Bayramı zaten başta bu nedenle elbette iç içe geçiremeyeceğiz. Ancak bu sürecin hepimize birbirimizin kıymetini ve bir arada olabilme “lüksünün” güzelliğini daha iyi kavrattığına inanıyorum. Kucaklaşmanın, diz dize muhabbet etmenin, özlediğin anda birini ziyaret edebilmenin, gönlünden geçtiği zaman çat kapı çalabildiğin kapıların değerini öğretti bu süreç bize.
Bizler -yetiştiğimiz toprakların huyu kurusun- birbirimiz olmadan yapamayan insanlarız. Büyük sofralarda yedirip içirmek, dostunun sırtını sıvazlamak, birlikte gülmek, çocuklarımızı bir arada büyütmek velhasıl kendi insanımızla ortak bir yaşam sürmek ezelde armağan edilmiş bize. Anadolu’nun her misafiri sarıp sarmalayan şefkati ve aile olmanın sıkı bağlarla örülmüş güzelliği kodlanmış genlerimize. Oturduğumuz sandalyeyle dahi bağ kuran, bahçesinde balkonunda ektiği çiçeklerle konuşan, köyünün kokusunu metropolün ortasında burnunun direğinde gezdiren, bir tatla bir eski yüzün hayaliyle çocukluğuna dönen, çocuk olan, hep biraz buruk bir yaradılış... Modern telaşlarımız, teknolojik depresyonlarımız ne kadar değiştirebildi bizi? Dışarıda delice bir hızla akan hayat, içimizde aynı hızda karşılığını buluyor mu? Hepimiz yine içten içe, Bodrum’dan Çeşme’den tatil storyleri atarken, büyükbabamızın bayram sabahı elimize tutuşturduğu mendilin temizliğini özlemiyor muyuz? O mendilin hayalinde; herkesin dost olduğu, her gün yeni bir şiddet haberiyle sarsılmadığımız, en masum hislerle yeşillenen çocukluğumuzu aramıyor muyuz?
Bir fesleğen kokusundan, bir memleket türküsünden, annemizin siyah-beyaz bir gençlik fotoğrafından içlenip sızlayan bir saklı köşemiz yok mu hala içimizde?
Aklıma Edip Cansever’in dizeleri geliyor: “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka? Ve ne çıkar siz bizi anlamasanız da? Ne gelir elimizden insan olmaktan başka?” Öyle bir insan olmak ki... Kırmadan, dökmeden, kararmadan, karartmadan... Bayram sabahı sevinci gibi, portakal bahçelerinin kokusunu ciğerine çekerek akşam serinliğinde yürümenin ferahlığı gibi, vicdanı temiz, gönlü hafif, incinmeyen, incitmeyen, sözünü bin defa tartarak söyleyen bir insan olmak... Elimizden hiçbir şey gelmese bile tüm bu olan bitenlere dair, hiç değilse “insan kalmak” hala elimizde.
O zaman her şey daha sahici, o zaman her an daha hakiki olacak bana kalırsa. Nefret sevgiyi alt edemeyecek o zaman.
Kötülük iyiliğe galip gelemeyecek o zaman.
“İnsan” gibi bir bayram dilerim size insan kardeşlerim, içi boş toplu mesajlarla değil can-ı gönülden sarılarak bayramlaşacağımız gerçek bayramların özlemiyle...