İyi ki…
Önümden boş geçen ama durmayan son taksiye de şairane küfürler ettim. Kahramanca Beşiktaş-Taksim dolmuşlarına doğru ilerleyip bindim. Gezi Pastanesi'nin yakınında inip Beyoğlu’na doğru yürümeye başladım. Uzun zamandır İstiklal Caddesi üzerinden yürümeyi tercih etmiyorum. Mecbur kalırsam ara sokaklara atıyorum kendimi ama o gün yürümek istedim. Önce Sıraselviler’e yürüyüp, Kazancı Yokuşu’na baktım biraz. Kitabı düşündüm, içindeki onlarca muhteşem karakteri hatırladım tekrar. Münir abiyi, Albayım Necdet’i, Melek ablayı… Sonra ara sokaklardan tıpkı çok eskiden yaptığım gibi İstiklal Caddesi üzerinde sevdiğim mekanlara, binalara baka baka gideyim istedim son kez ustanın yanına. Ailemden dinlediğim Beyoğlu’nun yanı sıra onun Galatasaray Lisesi döneminde yaşadığı Beyoğlu ve Çiçek Pasajı hikayelerini döndürdüm zihnimde. Bütün hayatı burada geçmiş bir çocuktu o, hep özendiğim bir çocuk. Kah 7 yaşında, kah 37 yaşındaydı bizle konuşurken…
Aklımda oyunlarından laflar ve şarkılar, sazının sadece onun için çıkardığı eşsiz ritim, kitaplarını imzalatmak için yanına çöktüğümde sorduğum salak sorular. Boğazımda bir bıçak yutkunuyorum sürekli. Etrafım Beyoğlu değil sanki Geleceğe Dönüş 2’deki kötü adam Biff’in ele geçirip değiştirdiği alternatif evren. İnsanlar garip, binalar yabancı. Onun da görmek istemediği bir Beyoğlu. Adımlarımı hızlandırıyorum, çok kalabalık olursa içeri giremem korkusundayım. Birkaç dakika sonra geliyorum Halep Pasajı'nın önüne. Saat 12’ye 10 var. Sahnenin önünde şimdilik otuz-kırk kişilik bir sıra. Sıranın en arkasına geçiyorum hemen. Anında arkama başkaları geliyor, sıra uzadıkça uzuyor dakikalar içinde. Pasajın içindeki dükkanların neredeyse hepsi kapalı. 1 saat boyunca sessiz kalabalık gittikçe büyüyor. Oyuncu arkadaşlarım Melda ve Gülşah’ı görüyorum sıranın devamında. Yan yana gelip usulca sarılıyoruz birbirimize ve bekliyoruz hiç konuşmadan. Sonra bir anda alkış kopuyor pasajın içinde kafamı çeviriyorum. Usta son kez antresini yapıyor. Alkışlar içinde sahneye götürülüyor sarı kırmızı naaşı. Hemen arkasından kapılar açılıyor. İçerisi tıklım tıklım. Localara doğru ilerliyorum. 16 numara boş. Türk tiyatrosunun önemli oyuncularından Büyük Behzat olarak bilinen Behzat Butak’ın isminin verildiği locaya geçip oturuyoruz Melda ve Gülşah’la. Elimizde sırayla döndürdüğünüz peçete paketi. Etrafta kederli bir sessizlik. Büyük Behzat’ın locasında avucumuzda küçücük gözyaşları ile izliyoruz töreni.
Ben o sırada ilk nerede oturduğumu düşünüyorum Ses Tiyatrosu'nda. Hangi oyununu izlediğimi hatırlamaya çalışıyorum. ‘Eee Tayfun, aaa Tayfun’ diyorum içimden onun gibi. Soyut Padişah’ı DVD'de izlemiş olmama rağmen zihnimin nasıl genişlediğini, oyunun ne kadar ufuk açıcı olduğunu düşünüyorum. Tiyatronun kapısına elimde yazdığım oyunla gidip "Bunu Ferhan Şensoy’a okutmak istiyorum." dediğimde kibarca nasıl kovulduğum geliyor aklıma. İlk skeçlerimi aynı onun üslubunca yazıp, hocamdan "Fazla Ferhan Şensoy’a özeniyorsun galiba." diyerek eleştirildiğimde sevindiğimi bile hatırlıyorum. Son kez Ferhangi Şeyler’i izlediğim zamanı, Cem Özüduru ile saatlerce hikayelerini konuştuğumuz zamanları düşünüyorum. Sonra oyunlarının başında çıkan, kendi sesiyle yaptığı bayıla bayıla dinlediğim anonsu düşünüp gülüyorum belli belirsiz. Birden salakça bir telaşla kütüphanemdeki imzalı kitapların sayıyorum zihnimden. Sonra bazılarını eski kız arkadaşımda bıraktığım geliyor aklıma. Ofansif küfürler ediyorum kendime. Bu sırada takım elbiseli adamlar ustadan hissizce bahsetmeye başlıyorlar. Ben içine girdiğimde her seferinde heyecanlandığım sihirli mekanda gezdiriyorum gözlerimi. Anadolu turnesi yaparak bu tiyatroyu elleriyle kurdu diyorum. Ne büyük bir tutku. Nasıl bir tiyatro sevdası. Yine özeniyorum ona, yaşadığı hayata, inadına ve kalemine.
Ustanın tanımadığı binlerce çırağı var benim gibi. Bir sürü insan üzerinde kocaman etkiler bıraktı. Hala da bırakıyor ve bırakacak. Benim ona kişisel olarak veda etmemin kozmos için çok bir anlamı yok biliyorum ama geçtiğim ve geçmekte olduğum birçok yolda aklımda onun deneyimleri, yaşadıkları ve yaptıkları var. Usta "Şimdi bir Haldun Taner yok, şu zamanın genç oyuncu ve yazarların en büyük kaybı bu." derdi sıklıkla. Haldun Taner bu toprakların gördüğü en büyük edebiyatçılardandı orası kesin ama bizim de Ferhan abimiz vardı. O da dünya çapındaydı. Keskin zekası, eşsiz dili ve sapını gülle donattığı sihirli kalemi vardı. Beyoğlu’na çocukken gelmiş, orada büyümüş ve orada efsane olup Beyoğlu’nun kocaman bir parçasına dönüşmüş Ferhan abi. Sayesinde Kazancı Yokuşu’nda komşu olduk, Düşbükü’nde aynı rüyalara daldık, aynı otel odalarında bile kaldık. İyi ki arkadaşlık yaptık kitaplarında, iyi ki usta bildim kendisini, iyi ki onunla aynı zamanda yaşadım. İyi ki… Minnettarım…
Hicri Muharremin 4’ü
Yıl ikibinin 21’i
Cuma Ertesi
A.M: 23:21