Hataylı yazar Serhan Kurşun, depremden kısa süre önce yayımladığı romanıyla unutulmayacak anıları kaleme aldı. Garaz adını verdiği romanı; binlerce kişinin hayatına dokunacak, duygularına tercüman olacak.
11 ili derinden etkileyen ve arkasında yıkıcı etkiler bırakan depremde, en çok hasar alan illerden biriydi Hatay. Dünya tarihinde önemli bir yere sahip olan ve birçok medeniyete ev sahipliği yapan Hatay; sayısız hatırayı yüzyıllardır saklıyor, yaşatıyor ve gelecek nesillere aktarıyordu. Hataylı yazar Serhan Kurşun, depremden çok kısa bir süre önce yayımladığı ilk romanında Hatay’da geçen bir serüveni kaleme aldı. Yazar ‘Tüm zamanların paylaşılamayan şehri Hatay’ın; tarihini, narenciye bahçelerini, topraklarını, insanlarını, kiliselerini, camilerini, havralarını anlattığım bu roman, yıkımdan önce çekilen son bir fotoğraf gibi acı bir tevafuk oldu.’ sözlerine yer verdi.
Tarihi coğrafyanın üzerinde geçen, çekişmeleri konu alan Garaz; insanoğlunun kötülük etme isteğinin üzerine parmak basıyor, iyilik ve kötülüğü tek bir noktada birleştiriyor. Farklı medeniyetlere kucak açan Hatay’ın kilit bir rol üstlendiği kitap; kusursuz bir atmosferde işlenerek, okuyucuyu olağanüstü kurgunun, aşkın ve tarihin harmanlandığı psikolojik bir gerilim olarak karşılıyor. Hatay’ın tarihi dokusunu sayfalarında yeniden canlandıran Serhan Kurşun, karanlığın içine saklanmış insanları ve şehrin asıl sahipleri arasında geçen mücadeleyi sonuçlarıyla birlikte heyecan verici bir dil ile aktarıyor.
Serhan Kurşun: ‘Tarih, kültür ve ahlak hafızalarına ihtiyacımız var. Mesela şu anda aklıma ilk gelen, romanda da sıklıkla bahsettiğim, Habib-i Neccar Cami 11. YY’da inşa edilen hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar tarafından ziyaret edilen, ortak dinsel bir mekân. Depremde ciddi anlamda zarar gördü, minaresi yıkıldı. Fakat enkaza bakan biri, bahsettiğim hafızaların tümüne sahipse yerle bir olan hazireleri, yıkılan kesme taş duvarları, parçalanan ahşap kapının oymalarını, çöken tavandaki süslemeleri ve artık yerinde olmayan poligonal gövdeli, ahşap şerefeli minareyi yerli yerinde görebilir. Bu araştırmak, okumak, bilmek kültürüne, tarihine, değerlerine sahip çıkmak ve onları ne pahasına olursa olsun korumaya çalışmakla ilgili bir durumdur. Artık bilimin ehemmiyetini tartışmamamız gereken bu yüzyılda, bilimsel restorasyonların yapılması gerekmektedir. Eğer bir gün o enkaza baktığımızda sadece yıkıntı görüyorsak işte o gün hafızamızı kaybettik demektir.’ açıklamasında bulundu.