Günümüzün George Melies'i olarak gördüğüm Christopher Nolan'ın son filmi "Tenet"i salı günkü basın gösteriminde heyecanla izledik. Merakla bekliyorduk, malum... Uzun bir süre sonra Covid-19 tedbirlerine uyarak yeniden sinemada film izlemek muhteşemdi. Ancak film seyirciyi ikiye böleceğe benzer!
Kendisine ana kahraman (The Protagonist) diyen bir adam kendisini tam olarak anlamlandıramadağı bir maceranın içinde bulur. Protagonist, arkadaşı Neil ile birlikte zamansal olarak kafa karıştırıcı olayların arasında bir yandan dünyayı bir yandan da arzuladığı kadın Kat'i kurtarmaya çalışır. Ancak bu mücadelenin en zor tarafı tersine akan zaman akışının içinde Kat'in eski eşi Andrei Sator'un hain planıdır. Christopher Nolan'ın yazıp yönettiği "Tenet"in oyuncu kadrosunda ise John David Washington, Robert Pattinson, Elizabeth Debicki ve Kenneth Branagh gibi isimler bulunuyor.
Film bomba gibi bir aksiyon sahnesiyle başlıyor. Nolan bildiğiniz üzere müziği filmlerinde çok iyi kullanan bir yönetmen. Açılış sahnesindeki yoğun ve gaza getiren müziğin de eşliğiyle bir seyirci olarak direkt olayın içine dahil oluyorsunuz. Büyük bir konser salonunda yüzlerce kişinin içinde ne olduğunu pek de kavrayamadığınız bir çatışmanın içinde kendinizi buluyorsunuz. Sonrasında zaten neredeyse filmin sonuna kadar cevabını bulamadığınız soru yumaklarının içinde debelenip adrenalinizi yükselten anlarla tatmin oluyorsunuz. Aksiyonla bilimkurgu öğelerinin harmanlandığı "Tenet" son ana kadar size her şeyi unutturuyor. Ancak...
Pandeminin de etkisiyle sinema salonlarına nasıl geleceği, nasıl bir etki yaratacağı, ne kadar gişe yapacağı sürekli gündemdeydi "Tenet"in. Birkaç kez Nolan tarafından vizyonu da ertelendi. Ki, şu aralar vizyonu canlandıracağı düşünülen (Mulan gibi) ender örneklerden biri... Sektörel anlamda vaatleri yanı sıra sinema sanatının da inceliklerini göstermedeki başarısı kısa-orta vadede anlaşılacak. Nolan gibi önemli yönetmenlerden yaptığı işlerin üzerine çıtayı hep yükseltmeleri beklenir. En ufak bir düşüşte genelde yönetmenin hayranları hayal kırıklığına uğrar. Bu filmde de böyle oldu. Seyircilerin bir bölümü filmi beğenmezken kalanı da memnun ayrıldı salondan. Beğenmeyenlerin en önemli görüşü filmin bilimsel temelinin iyi kurulmadığı oldu. Hatta kimileri Nolan'ın derdini iyi anlatamadığını düşünüyor. Açıkçası ben filmi fena bulmadım. Tabii ki bir "Inception" ya da "Interstellar" değil. Ancak Nolan'ın kendine has üslubunu oldukça iyi yansıttığı bir çalışma kanımca.
Eleştirilerin odak noktasındaki birkaç noktaya dikkat çekmek isterim. Zaman-mekan-insan algısı üzerine teoremleri kendince bazı filmlerine aktarmaya çalışan Nolan bu filmde hem dünyanın kötü gidişatının altını çiziyor hem de kader olgusu üzerine çok net olmasa da bir şeyler söylemek istiyor. İnsana ve dünyaya dair felsefi düşünceleri bilimsel teorilerle parlatmaya çalışırken bir yandan da seyirciyi sıkmayan ve aksiyon sinemasının inceliklerini de ustaca kullanan bir anlatım yolu seçiyor. Ancak bu filmde işte bu iki olguyu tek potada eritmeye çalışırken sanki biraz bocalamış gibi duruyor. Filmin bazı noktalarında inandırıcılık sorunları olduğu gerçek. Örneğin başkarakterle Kat arasındaki ilişkinin derinliği seyirciyi ne kadar ikna ediyor? Filmde de açıklanmaya çalışılan büyükbaba paradoksunu mantıksal alt yapı olarak kullanmasına rağmen gelecekten geçmişi değiştirmek hatta yok etmek üzere gönderilen cisimlerin ve insanların gerekçesini seyirciye nasıl yansıtıyor? Kanımca çok da parlak olmayan cast seçimi (Kenneth Branagh hariç, onu çok beğendim) seyirciyi ne kadar tatmin ediyor?
Sanırım bu filme şu şekilde yaklaşmak lazım. Nolan'ın ya da herhangi bir yönetmenin her filminin bir başyapıt olmasını beklemek hata olur. Pandemi döneminde sinemayla yeniden buluşmak, beyazperdede bir film izlemenin keyfini yeniden yaşamak ve kendini ana bırakıp aksiyon sinemasının tadını çıkarmaya çalışmak yeterli olacaktır. Zaten filmin başlarında bir kadın başkaraktere şöyle diyor; "Anlamaya çalışma, sadece yaşa..." Benden size son bir tavsiye, filmi IMAX salonlarında izleyin.