Uçmak: Bir ilham hikayesi
www.dizidoktoru.com yine bir ilke imza atıyor. Bundan sonra her hafta farklı bir okurumuza Okur Yazar köşesini emanet ediyoruz. Sizin de televizyonu merkezine alan ama kültür sanattan kopamayan fikirleriniz varsa ve yazmak isterseniz, maksimum bir sayfa uzunluğundaki yazınızı iletiş[email protected] adresine gönderin, değerlendirelim.
Okur Yazar köşesinin ilk yazarı Filiz Kocaman... Bir umut ve ilham hikayesini köşesine taşıdı. Hepinize ilham olması dileğiyle...
Ömer Fikret Oyal'ın yazdığı, Hakan Çimenser'in yönettiği 2 perdelik “Uçmak: Hezarfen Ahmed Çelebi” adlı oyun, 10 Ocak 2020 tarihinde Mecidiyeköy Büyük Sahne’de prömiyerini yaptı.
İçinde bulunduğumuz bu süreçten dolayı şu an sahnelenemese de, gösterimde olduğu dönemde benim de içinde yer aldığım izleyici kitlesini, salondan oldukça olumlu izlenimlerle uğurlayan bir oyun oldu. Oyun; 17. yüzyıl İstanbul'unda dönemine göre oldukça uçuk bir fikir olan ‘uçmak’ hayali ile yanıp tutuşan Hezarfan Ahmet Çelebi’nin öyküsünü anlatıyor.
Oyun son derece görkemli bir ilk perde açılışıyla karşılıyor seyirciyi. Kalabalık bir kadro, rengarenk kostümler, danslar ve ışıklar... Akrobasi, alev gösterileri ve oyuncuların ara ara seyircilerin arasına karışması oyunu daha da şaşaalı bir hale getiriyor. Bu bölümde gözlerimi bir an bile sahneden ayıramadım.
Sahnenin sol bölümü Hezarfen’in evi, sağ bölümü genelde dış mekanlar olarak kullanılsa da, sahnenin tam merkezinde Galata Kulesi’nin bulunması ve akışa göre farklı yansıtmalarla süslenmesi ustalıkla düşünülmüş ve güzel bir görsellik sunmuş. Ve tabii ki ses, ışık, müzik ve sis efektleri... Birçok oyunda göremeyeceğiniz kadar güzel bir harmoni sunuyor.
Hikayede; Hezarfen Ahmet Çelebi'nin Galata'dan Üsküdar'a uçuşu öncesi yaşadığı süreç biyografik ögelerle anlatılıyor. Hem çevresindekiler, hem de kendisiyle olan muhakemeleri psikolojik olarak oldukça güçlü bir şekilde işleniyor. Hezarfen rolünü adeta yaşayan Tolga Evren, duygu geçişlerini ustalıkla sergiliyor. Aynı dönemde yaşamış Evliya Çelebi ve barut macunundan hazırlanmış fişekler vasıtasıyla uçan Lagâri Hasan Çelebi’nin yan rollerde yer alması hikayeye ekstra bir zenginlik katıyor.
Yan rollerin en dikkat çekici olanlarından biri kesinlikle Hezarfen’in çocukluğuydu. Ömer Faruk Çalışkan’ın canlandırdığı çocukluk teması, yaşanan bu sürecin en belirleyici kavramlarından biri oldu bence.
Ona inanması gereken kişi aslında kendisiydi
Hiç kimse onun uçabileceğine inanmasa da Hezarfen’in en büyük kırılma noktası kendi çocukluğuyla yaşadığı yüzleşmede yaşandı. Ona inanması gereken kişi aslında kendisiydi ve bu son derece ilham verici bir vurguydu .
Bizler şu anımızı sadece mevcut bilinç düzeylerimizle yarattığımızı düşünsek de, aslında hepimiz çocukluklarımızın tezahür ettiği gerçekliklerle yaşıyoruz. Hezarfen’in ayaklarını yerden kesip, onu gökyüzüne kavuşturan da bu oldu.
Hazerfan’ın zafere ulaşması tüm salonda büyük bir coşku yaratsa da, oyunun burada son bulmaması ezber bozan başka bir ayrıntı oldu. IV. Murad döneminde yaşanan yasaklara, dönem insanlarının yaşayışlarına ve inançlarına oyun boyunca atıflarda bulunulmaktaydı. Çünkü hepsi kahramanın aşmaya çalıştığı engeller bütününün birer parçasıydı. Her ne kadar başarısı ile ona inanmayan herkesin takdirini topladıysa da, maalesef yapabileceklerinden korkularak oyun sonunda sürgüne gönderildi.
Evliya Çelebi'nin ünlü seyahatnamesinde durum şöyle anlatılıyor: “Murad Han, kendisine bir kese altın ihsan ederek, ‘Bu adam pek havf edilecek (korkulacak) bir ademdir. Her ne murad ederse, elinden geliyor. Böyle kimselerin bekası caiz değil’ diye gâzir'e (cezayir) nefyeylemiştir (sürmüştür). Orada merhum oldu.”
Hazerfan belki başarısına rağmen sürgün edildi ama zaman ve mekan kavramlarını aşarak nesilden nesile aktarıldı ve bugünlere ulaştı. Bizler hala onu okuyor, onu izliyor ve ondan ilham alabiliyoruz.
Bizler de bu süreçte sürgüne gönderilmiş gibi evlerimizde hapsolmuş hissediyor olabiliriz. Tam da bu yüzden Hazerfan’ın hayallerin de ötesine geçmiş tutkusunu hatırlamalı ve buna giden yolun yine kendimizden geçtiğini unutmamalıyız.
Tiyatrolar perdelerini açıp bizleri yeniden misafir etmeye başladığında, bu ilham verici görsel şöleni sakın kaçırmayın derim.
En yakın zamanda yeniden özgürce kanat çırpabilmek dileğiyle...
Yazar hakkında:
1985 yılında İstanbul’da doğan Filiz Kocaman; Marmara Üniversitesi Kimya bölümünden mezun oldu. Uzun yıllardır dış ticaret alanında çalışan Kocaman’ın en büyük tutkusu seyahat etmek. O nedenle dünyanın pek çok ülkesini gezme fırsatı buldu. Evinin en sevdiği odası mutfak ve yemek pişirmeyi çok seviyor. Mutfak Sanatları Akademisi’nde aşçılık eğitimlerine katılan Kocaman, bir sanatsever ve edebiyat aşığı. Yaratıcı yazarlık eğitimleri alan Filiz Kocaman bir TEMA gönüllüsü ve aktif olarak doğa ile ilgili aktivitelere katılmaktadır.