Kanal D’nin her pazar akşamı izleyicileri ekran başına kilitleyen dizisi Yargı’da canlandırdığı Eren Komiser karakterinin yanı sıra “Afara” isimli müzikal ile de herkesin gönlünde taht kuran sevilen oyuncu Uğur Aslan doğum gününde, Magazin D Haber Müdürü Asiye Acar’ın sorularını yanıtladı…
Çocukluğu, özel hayatı, ailesi ve başarılı kariyeri ile ilgili samimi açıklamalarda bulunun oyuncu hakkında bilinmeyenleri de ilk kez Magazin D’ye anlattı…
İşte o samimi röportaj;
Bir kesim sizin şarkı söylediğinizi biliyordu bir kesim bilmiyordu. Oyuncu kimliğinizle tanınıyordunuz, bir diğer kesim ise şarkıcı kimliğinizle tanıyordu. Hayatınızda bir anda bambaşka şeyler oldu değil mi?
Tuhaf aslında ama hayatımda olan bu değişikliğe popülerite diyelim. Ama ben her zamanki gibi hayatıma devam ediyorum. Ben bu süreci sadece fark eden insanların sayısı arttı diye tarif ediyorum. Bu tabi çok keyifli bir şey ama, biraz da kendinize çeki düzen vermeniz gerektiği gibi tuhaf bir sorumluluk bilinci de yüklüyor insana... Eşimden, dostumdan duyduğum ‘Annem seni çok seviyor, Kardeşim sana çok bayılıyor’’ durumu, bende “umarım insanları hayal kırıklığına uğratmam” halini yüklüyor.
Peki bu Hatay’da ki Uğur?
Hatay’daki Uğur çok fazla gerçek…
Biraz hikayenizi sizden dinleyebilir miyiz?
Hatay benim bütün gerçeğim. Yani şu an görüyor olduğunuz her şeyin toplamını ben Hatay’a borçluyum. İnanılmaz bir çeşitliliğin içinde çok güzel bir ovada çok güzel bir kahyanın çocuğu olarak yetiştim. Harika bir babam harika bir annem benden büyük sekiz adet abim ve ablam var. Sürekli cıvıl cıvıl bir hayatın içindeydim. Böyle bir adam olmamın en büyük sebeplerinden bir tanesi de Hatay’lı bir köy çocuğu olarak doğmak, sonrasında şehre gelip üniversite okumak, üniversiteden ayrılıp daha büyük bir metropol şehirde bir endüstrinin içerisine girmek diyebilirim. Yani hayatın her aşamasından getirdiğim her şeyi heybeme koyarak var olduğum için bu insanlara gerçek geliyor.
Peki 7 yaşından 15 yaşına kadar tek başına bir mücadele vermişsiniz….
Yatılı okul yılları enteresandı. Bir hasretlik faturası kestik anneyle babaya. Benim açımdan zordu şimdi kendi çocuklarıma bakıyorum mesela, 7 yaşında iken babam beni nasıl verebildi diye düşünüyorum. Babam o imkânsızlığın içerisinde benim okumamı çok istedi ve bunun tek yolu da ne yazık ki o yatılı okuldan geçiyordu. Çünkü her gün götürüp getirme lüksü yoktu. Traktör dışında bir vasıta da yoktu, yağmur yağdığında ovayı su basıyor ulaşım imkânı kısıtlı oluyordu. Hal böyle olunca hasret faturasını kesmek zorunda kaldık. Dönem dönem çok kızmıştım, bir kere ağzımdan kaçırdım, lise birinci snıfta galiba… Babama ve anneme “8 yıl beni nasıl bıraktınız” dedim. Babamın yüzünün nasıl düştüğünü gördüm ve o an dilim kopsaydı keşke dedim. Çok pişman olduğum bir andır.
Afara’yı izleyen herkesin dediği bir şey var. Sizin babanızla bir hikayeniz var sizde böyle baba deyince bir duruyorsunuz…
Onun dibinde yatan duygu hasretlik, yarası var biraz içimde. Çünkü babam çok kolay vazgeçilir bir adam değildi. Hep onun yanında olmak istersiniz hep onunla vakit geçirmek istersiniz. Babam rahmetli olduğunda ben babamın ne kadar büyük bir insan olduğunu anladım. Reyhanlı diye bir ilçede yaşıyorlardı o dönem; yani orada bir cenaze törenine gelecek insan sayısı bellidir. Bir kahya olarak hayatını tamamlamış bir insanın taziyesine binlerce insanın geleceği hiç aklımın ucundan geçmezdi.
Keşke daha çok vakit geçirseydim dediğiniz oluyor mu?
Yatılı okul sonrası lise yıllarımda hep onlarlaydım. Çiftlikte çalışıyordu babam, kahyalık yapıyordu, fırsat oldukça çiftliğe gidiyordum bir de şehirde bir ev tutmuşlardı. Ben orada kalıyordum onlar çiftlikten bazen oraya geliyorlardı. Hayatın zorunlulukların kaynaklı ayrı kaldık. Aslında annemle babamla ilgili ne kadar çok şey ıskaladığım aklıma gelir. Annem o kadar değil de özellikle babam…
Şu an herkes sizi alkışlıyor, annem ve babam da görseydi diyor musunuz?
Afara’da anlatıyorum işte onu. Öyle çok isterdim ki hakikaten görsünler. Bir gün Ankara’ya babamın tedavisi için geldiler. Bizim de bekar bir evimiz var o bekar evimde misafir ettim onları. Bir baktım annecim böyle evin içinde dolaşıyor baktım çamaşır makinasına gitti dokundu “Sen mi aldın?’’ dedi, ‘ben aldım anne’’ dedim. Buzdolabına baktı ‘’sen mi aldın?’’ dedi. ‘’Ben aldım.’’ dedim. Gözleri dolu dolu ‘’gurur duyuyorum seninle’’ dedi. Babacığım çok zor uyuyordu son dönemlerinde kalp büyümesine yönelik şikayetleri vardı. Bir çekyatımız vardı, yattı böyle ‘’Peh peh dedi ne çekyatmış, burada ne yatılır’’ dedi ve çok güzel bir uyku çekmişti o çekyatta onu hiç unutmuyorum.
Ama size güzel dualar etmiş babanız…
Öyle. Afara’sıydım ben onun. Ovada üç hasat pamuk çıkar, son çıkan kısma Afara derler.. Çok severlerdi beni ben de onları çok severdim. Ailenin en küçüğü olmamdan kaynaklıydı. Böyle yanında biraz imtiyazlıydım. Çok güzeldi ilişkimiz.
Afara aslına benim mahremimi anlattığım hikayedir. Çocukluğum, annem, babam, yokluğum, varlığım ne ise onu koyuyorum
Yokluk diyorsunuz ya son dönemde çok istediğiniz bir şey oldu mu? Neden bizim yok dediğiniz?
Hiç öyle bir his olmadı. İnsanın eşyaya olan tutkusu yoksunluk duygusundan kaynaklanıyor, bizim öyle bir yoksunluk duygumuz yoktu. Çok sevdiğim, varlıklı bir arkadaşım var. Adı Oğuz.. Bir tatilimizde bana dedi ki ‘’senin çocukken favori çizgi film hangisiydi.’ Ona ‘’ben televizyonu 15 yaşında gördüm’’ dedim. Çünkü dedim ya yoksun değildik. Gerçekten öyle… Bir ihtiyaç ya da eksikliği bastırmak için bir şeye duyulan iştah hiç öyle bir şeyimiz olmadı. Ama en çok arabaya heveslendirdim.
Peki sesinizi nasıl keşfettiniz? Kim keşfetti? Nasıl oldu?
Çok enteresan bir hikaye…Ben aslında Ankara’ya ilk gittiğimde stenograflık yapan bir patronum vardı ve on parmak klavye bilen eleman aranıyor dedi. Ben de Ticaret Lisesi mezunu olduğumdan dolayı on parmak yazabiliyordum. Sonrasında Hatay’dan Ahmet diye bir arkadaşım vardı.Onunla bir öğlen yemek yedik. Bana dedi ki; “Senin çok iyi sesin var, küçük bir grubumuz var orada söyleyelim.”dedi. Ben başlarda koltuk davulu çalıyordum bir süre sonra dedim ki buraya renk olarak bir tane yan flüt koyalım. Sonra flüt öğrendim sahnede çalmaya başladım. Sonra Grup Çukurova diye başka bir grubumuz oldu. O dönem ben başka bir karar aldım ve dedim ki başka şarkılar söylemek istiyorum. Anadolu Rock performans yapmaya başladık ve bir anda bizim grup çok popüler oldu. Benim hayatımda şarkıcılık yönüm olmasaydı oyunculuk tarafıyla ilgili eğitimim ciddi şekilde sıkıntıya girebilirdi. Çünkü okul maddi açıdan bir külfetti.
Gümüş dizisi dönemini nasıldı? Çok farklısınız o dönem…
Eşim İstanbul’a geldi ve Gümüş dizisini sattı. Ben de o dönem askere gittim döndüm ve Gümüş’ün audition girdim ve ilk işim oldu. Evet çok kiloluydum o dönem ve radikal kararlar aldım. Boğazıma çok düşkün bir adamdım, kendimi disipline etmem lazımdı. Sonradan lakabı Albay olan bir adama dönüştüm