Nerede o eski bayramlar?
Bir süredir Flash TV’nin tekrar açılacağına dair bir haber dolaştı ortalıkta ama arkası gelmedi. Bir süre daha Demet Akalın ve Alişan’la idare etmek durumundayız. Ama o da gündüz kuşağında işte. “Prime time”da gelsin depresyonlar, hezeyanlar, obsesyonlar.
Çok değil, beş-altı sene öncesine kadar yılbaşıdır, bayramdır, seyrandır, özel günler için özel programlar hazırlardı kanallar. Günün popüler şarkıcıları kanallar arasında paylaşılamazdı. Konserler, özel eğlence programları günler öncesinden duyurulur, ekranlar şenlik kıyamet olurdu. Ki konserse konser, barsa bar, meyhaneyse meyhane, diskotekse diskotek, payvonsa pavyon, hepsi de açıktı. Ne yasaklar vardı ne maske ne sosyal mesafe… Şimdi hepsi var. Mekanlar kapalı, müzisyenler işsiz, çarşı kilitli (Askerler arasında kullanılan bir deyimdir; o hafta sonu bir sebeple çarşı izni yasaklanmışsa, kışladan dışarı çıkılamayacaksa, “Bu hafta çarşı kilitli,” der askerler.)
Bayramı tam kapanmış geçiriyoruz ya, ister istemez gözü ekrana kayıyor insanın. Yoksa ben de sadece belgesel izlerim herkes gibi ama iki eğlence görür müyüm diye baktım tabii. Ne gezer?.. Bir tek Sibel Can-Hakan Altun programı tekrar bölümleriyle yayınlanıyordu, geri kalan tüm kanallar olağan depresif akışlarına devam ediyordu.
“Nerede o eski bayramlar?” desem cuk oturacak ama o da insanı yaşlı gösteriyor işte. Yedi yaşında mıydım sekiz mi hatırlamıyorum, Üsküdar’da, anneannemle dedemin evindeyiz. Nurhan Damcıoğlu çıkmış ekrana, her yeri ayrı oynuyor. Fingir fingir bir kanto söylüyor. Akşamın darı olmuş gelen giden bitmemiş, iki mahalle öteden birileri gelmiş yine. Önce kolonyalar dökülüyor, sonra bon bon şekerleri ikram ediliyor, ardından tatlı, börek, yaprak sarma, çay, üstüne kahve. Büyüklerin muhabbeti hep aynı: “Nerede o eski bayramlar?”
On yaşında ya var ya yokum, Bağlarbaşı’nda lunapark kurulmuş. Bir atlı karıncaya koşturuyorum, bir uçan sandalyelere… Nasıl kalabalık ortalık. Çoluğunu çocuğunu kapan gelmiş. Büyükler yorulunca azıcık dinlenmek için çay bahçesinde oturuyoruz. Gazozumu yudumlarken kulak veriyorum konuştuklarına. Nasıl da yakınıyorlar: “Nerede o eski bayramlar?”
Eli kolu uzamış, sesi kalınlaşmış, bıyığı terlemiş bir ergenim. Bizim evde toplanmış tüm aile o bayram. Amcamın kızıyla halamın kızı arasında her bayram yaşanan amansız kıyafet rekabeti sonucu ikisi de birer peri kızı gibi dolaşıyor ortalıkta. Babam filan hep takım elbiseli zaten. Babaannem rujunu sürmüş. Birer mendil veriyor tüm torunlarına, içlerinde harçlıklarıyla. En çok harçlığı tek erkek torun olmam sebebiyle ben alıyorum ve seksist babaannem kulağıma bunu diğerlerine söylemememi fısıldıyor. Yemekten sonra müzik açılıyor, torun torna göbek atıyoruz şakkıdı şakkıdı. Yetmiyor. Yine laf dönüp dolaşıp aynı yere geliyor: “Nerede o eski bayramlar?”
Evli, mutlu, çocukluyum artık. Takvimler 90’lara gelmiş dayanmış. 20 dairelik apartmanda herkes birbirine gelip gidiyor. Önce biz üst komşuya gidiyoruz yan komşuyla beraber, sonra yan komşu, karşı komşuyla bize geliyor. Çapraz komşu iki üstteki komşuyu evde bulamayınca kapıya not bırakıyor ama neyse ki sonra hepsi en üst kattaki komşunun evinde karşılaşıyorlar. Günün sonunda zemin kattaki komşuya gittiğimizde artık ikramları geri çevirmek zorunda kalıyoruz. Gün boyu baklava, şöbiyet, vezir parmağı, dilber dudağı, burma kadayıf, ne çeşit tatlı varsa yemişiz zira. Bir yorgunluk da hasıl oluyor haliyle. Başlıyoruz muhabbete: “Nerede o eski bayramlar?”
Yine bir bayram sekiz göbek uzak bir akrabayla bayramlaşmaya gitmişiz. Sadece bayramlarda görüşüyor ama nedense her bayram mutlaka gidiyoruz ısrarla. Evin televizyonunda Tele On açık. Otuz sekiz dansöz aynı anda göbek atıyor, Güler Kazmacı romantik bir şiir okuyor, ardından Nur Ertürk “Kaleyi kırcı tuttu, dibini burcu tuttu,” diye bir türküye başlıyor. O, türküyü söylerken stüdyoda balonlar uçuşup duruyor. Kameralar yakın plan göğüs dekoltesinde. Derken kırk iki dansöz daha… Televizyonun sesini kısmasalar duymayacağım belki ama duyuyorum ne çare. Akrabalardan biri mutsuz bir ifadeyle söyleniyor: “Nerede o eski bayramlar?”
Daha da bin tane hatıra yazarım böyle ama dedim ya, insanı yaşlı gösteriyor. Bu bayram bize, evlerimize gelmedi, amenna. Sokağa da mahalleye de şehre de ülkeye de gelmedi. Ama en azından televizyonlara gelebilirdi. Onlara da gelmedi. Yazıyı buraya kadar okuduysanız, şimdi hangi soruyu sormamız gerektiğini artık biliyorsunuz, bir daha yazmama gerek yok.