Kendinizi bir tiyatro salonunda düşünün. “Oyunumuz başlamak üzeredir” anonsuyla birlikte telefonunuzu sessize alıp, ekran ışığını kapatıp çantanıza atıyorsunuz ve ışıklar kapanıyor, oyun başlıyor. Sahneye bakıyorsunuz ama her yer zifiri karanlık. Sahne ışığı yanmadıkça geriliyorsunuz, o karanlık sizi tedirgin ediyor. İşte o anda Hakan Kurtaş’ın oynadığı Thom Pain’in sesi geliyor. Dakikalarca konuşuyor fakat anlattığı hikayeden çok sizi karanlıklara hapsettiği için ona kızıyorsunuz. Sonra “Beni anlamak için görmek zorunda mısınız?” diye soruyor. İşte o anda aklınıza ilk çengeli de atıyor. Beyninizin içinde “Sahi ne oldu bizim empati duygumuza? Ne zaman gösterme ve gösterişe bu kadar düşkün hale geldik? Bir şeyin özünü en iyi karanlıkta anlamaz mıyız? Dünyayı da zaten anne karnındaki karanlıkta anlamadık mı?” soruları dönerken Thom Pain hikayesini anlatmaya başlıyor.
ÇEKİLİŞTE KAN KAZANMAK
“Bu ne sizi kahkahalarla güldürecek, ne de dramasıyla sizi ağlatacak bir hikaye” diye uyarıyor seyircisini Thom Pain. Sonra ışıklar yanıyor. Sahnede Hakan Kurtaş tüm ihtişamıyla duruyor. Ama Thom Pain hali kendisini beğenmiyor. Hikayesinin altında aslında sizi ağlatacak ağır bir dram var ama Thom maruz kaldığı zulümleri sarkastik bir dille anlatmayı seçiyor. Ve bir anda sizi bir çekilişe sokuyor. Oyuna girerken elinize tutuşturulan ve hiç bakmadığınız o kağıdı elinize aldığınızda her birinde farklı bir şey yazdığını görüyorsunuz. Benim kağıdımda kan yazıyordu. Kazansaydım kan benim olacaktı. Dünyanın bugünkü halini anlamak için ne çarpıcı bir anlatım değil mi? Çekilişte kan kazanmak!
BİRKAÇ NEFESİNİZ KALSA NE YAPARDINIZ?
Thom çocukluk ve yetişkinlik arasında dramatik geçişlerle hikayesini anlatırken sizi de işe dahil ediyor? Mesela bana “Hayatının son gününü yaşasaydın ne yapardın?” diye sordu. Yaşam hiç sona ermeyecekmiş gibi yaşadığımız için “Zor soru ama herhalde hiçbir şeyi ya da hiç kimseyi umursamazdım” diye cevap verdim. Sahi siz ne yapardınız, yaşam ile ölüm arasında birkaç nefesiniz kalsa hiç düşündünüz mü? Çok severken kaybedenlerin oyunu olarak tanımlanıyor “Ben Çoktan Gidersiniz Sanmıştım.” Belki çocukluğunuzu, belki sevgilinizi, belki ailenizi, belki kendinizi, belki de köpeğinizi, kocaman gözleri olan köpeğinizi çok severken kaybedenlerin oyunu…
KİŞİLİK KARANLIKTA GELİŞİR
Will Eno’nun yazdığı, Hira Tekindor’un çevirdiği, İDPRO Ayşe Barım’ın yapımcılığını üstlendiği, İbrahim Çiçek’in yönettiği “Ben Çoktan Gidersiniz Sanmıştım” hayatta olmanın müthiş bir şey olduğuyla korkunç bir şey olması gerçeği arasındaki incecik bir çizgide yürüyor. Oyunun en etkilendiğim cümlelerinden biri “Kişilik karanlıkta gelişir” oldu. Öyle derin, öyle vurucu ki, birkaç gündür benimle yaşıyor bu cümle… Hakan Kurtaş tek kişilik, kendi tabiriyle her kişilik bu oyunda kahkahanızı da, gözyaşınızı da, korkunuzu da tam uçurumun kıyısında bıraktığı bir performans sergiliyor. Ve seçimi size bırakıyor. Yani başınıza ne gelirse gelsin, hangi travmayı sahiplenip hayatınıza alırsanız alın sonuçta bunu nasıl deneyimleyeceğinizin kararını siz veriyorsunuz, biz veriyoruz. O nedenle oyunun başında söylediği gibi ağlamak ve gülmek gibi basit eylemleri bir kenara atıp bizi fazlasıyla düşündürerek çıkarıyor oyundan!