Dolu dolu geçen haftalar, özellikle sanat dolu olunca kendimi çok mutlu hissediyorum. Güzel bir diziye başlayıp bir solukta bitirmek, macera dolu bir film açmak, yerimizde zıpladığımız bir konsere gitmek ve heyecanla dumanlar tüttüren bir oyun izlemek… Netflix’in dikkat çeken yeni dizisi “Sıcak Kafa” ile içimizdeki şeytanlara selam verdik. Bıçaklar Çekildi’nin devam halkası filmiyle macera dozumuza doz ekledik. Okan Bayülgen’in koca salonda köşeden köşeye uçtuğu “Richard” oyunuyla ruhumuz tertemiz oldu. Ve Gökçe, harika şarkılarıyla kulaklarımızın pasını sildi. Şimdi o zaman detaylara da bakma zamanıdır…
Burada hepimiz ablukadayız: Sıcak Kafa
İlk distopik dizimiz olduğunu müjdeleyen “Sıcak Kafa”, kendimi zor tutarak ve büyük bir emekle izlediğim bir diziydi. Bu kadar planlı, her şeye cevabı olan ve koltuğa yaslanırken sırtına yastık almayı ihmal etmeyen bir dizi olduğunu belirtmek mümkün. Diziyi izledikten sonra kitabını da okumaya başlamayı düşündüğüm Sıcak Kafa, aslında son iki yıldır yaşadıklarımıza hiç de uzak bir dünya da değil. Tabii ki daha kaotik bir ortamı izleyiciye sunan dizi, geçmiş-gelecek düşünmeden zamanın durduğu ve içimizdeki umudu solduran bir tat sunuyor uzun bir süre. Bir ‘abuklama’ hastalığı salgını gölgesinde geçen ve ana karakter Murat Siyavuş üzerinden hikayesini sunan dizi, birbirinden karakterisik özelliklere sahip tipleriyle de dikkat çekiyor.
Dizinin bir süre sonra, özellikle orta bölümlerinden finale doğru düşüşe geçtiğini de belirtmem gerek. Çünkü bir olay üzerinde fazla uzun süre kalıyor ve savsaklıyor aslında. Bu da aslında ana hikayeden kopmaya neden olurken, aslında dizinin çözülmüş hikayelerini de sorgulamamıza neden oluyor. Ancak buna rağmen bir solukta zamansız mekansız bir dizi izlemek bana çok iyi geldi. Özellikle Murat Siyavuş’un gizemli ‘sıcak kafası’ üzerine kurulan gizem, Anton Kadir Tarakçı’nın sırrı üzerinden kurduğu bağ, Şule’nin bir türlü çözülemeyen gizemi, Özgür’ün deli dolu kurduğu dünyada eski halinden eser kalmamış olması dikkat çekiyor. Osman Sonant’ın başarılı performansı, diziyi ilerleten cinsten ve çok beğendim. Özgür Emre Yıldırım’ın deli dolu oyunculuğu ruh rahatlatıcı, ayrıca Gonca Vuslateri’nin karaktere verdiği jilet gibi düzen de harika ötesi. Kubilay Tunçer’in karakterle kurduğu bağın gücü de hissedilirken, Tilbe Saran’ı görmek de bir harikaydı. Dizinin en büyük başarısı bence müthiş oyunculuklar, sanat yönetimi ve görüntü dili...
Germin bir maceraya dönüş Bıçaklar Çekildi: Gizemli Bir Serüven
2019 yılında aşırı büyülenerek ve oyunculukları izlerken nefes alarak izlediğim Bıçaklar Çekildi filmi, devam halkası “Bıçaklar Çekildi: Gizemli Bir Serüven” ile Netflix’te izleyiciyle buluştu. Adeta şok etkisi yaşatan ilk filmin ardından, ikinci film için de heyecanım vardı. Genelde devam filmleri ilk filmin etkisini veremez izleyicide. Filmi izlemeye başladığım ilk andai, yorulduğumu hissettim aslında. Çünkü ilk filmin heyecanı neredeyse sıfırdı bu filmde. Ancak ilerleyen dakikalarda şaşırtıcı bir senaryoyla karşı karşıya olduğumuzu gördüm. Adeta ‘arap atı’ gibi açılan film, merak ve intikam unsurlarının harmanlandığı müthiş bir hikaye sunuyor izleyene.
Daniel Craig’in dedektif Benoit ile uyumu, ilk filmin temel taşlarındandı zaten. İkinci filmde de hakkını verdiğini görebiliyoruz. Bu filmde ayrıca büyülendiğim Edward Norton, Kate Hudson ve Janelle Monae’nin harika ötesi performanslarıydı. “Bıçaklar Çekildi: Gizemli Bir Serüven” izlerken, kendinizi bir anda sıkılmış hissedebilirsiniz, ama belli bir noktada filmin şahlandığını ve merakla ‘acaba ne olacak’ diye kendinizi bulduğunuzu söylemek mümkün. Çünkü ‘kesin böyle olmuştur’ dediğim pek çok olayın aslında öyle olmaması, filmi sevmeme neden oldu diyebilirim. Bu açıdan sabırla başından sonuna kadar keyifle izleyeceğinizden eminim…
Acaba suçsuz mu bu Richard?
Bu dünyadan olmayan, süper zeka delilerle dolu ve ruhları temizleyen bir oyunla buluştum. Okan Bayülgen’in başrolünde olduğu “Richard” ile adeta kendime geldim ve yeniden doğdum! Eserlerinin öğrenci yıllarımdan bu yana hastası olduğum Shakespeare’in unutulmaz tragedyalarından olan
“III. Richard” dan ilham alan oyun, seyircisinde adeta bir zaman yolculuğu yaptırıyor. Ankara Congresium’da iki gün boyunca sahnelenen oyunu, ikinci gününde büyük bir kalabalıkla beraber izledim.
Üç katlı sahne tasarımı ve her bir rengin bir araya geldiği inanılmaz bir sahneye tanık oldum. Dijital renklerin ve ekranların da oyuna dahil olması dahiyane olmuş. Olağan üstü bir müzik orkestrasının da sahnede olması, hem müzikal hem de konser havası katmış oyuna. Okan Bayülgen bir anda izleyici arasına dalıyor ve ‘Suçsuz Richard!’ diye herkesi bağırttıryor. Çoşkuyula oyunun enerjisine kapılmış bir şekilde buluyorsunuz kendinizi. Merak unsuru bolca bulunan ve soluk soluğa olaylar örgüsü içinde derin bir çözümleme içine giriyor izleyici oyunda. Oldukça dahiyane, kusursuz ve mükemmel ötesi bir deneyimdi Richard, Shakespeare sevenler için daha da başka bir yeri olacağına eminim. Kan ter içinde kalan Okan Bayülgen, sahnede dev bir alkışı hak ediyor. Barmene hayat veren Özgün Çoban harka bir performans sergiliyor, aynı zamanda Oral Özer ve Ebru Unurtan’ın performansları da dikkat çekiciydi. Bir tebrik ve teşekkür de, sevgili Dilay Yıldız’a…
Ve bugüne kadar hiç denk gelmediğim, ama aşırı hoşuma giden bir gelişme daha yaşandı oyunda. Oyunun bitiminin ardından bir süre sonra, Okan Bayülgen sahneye geldi ve seyircilerle söyleşi yapmaya başladı. Ardından oyuncuların da büyük bir çoğunluğu, sahnede bulunan sandalyelere oturmaya başladı. Oyun ekibi seyircilerden oyuna dair yorumlar ve sorular almaya başladı. Okan Bayülgen de içtenlik ve büyük bir sabırla sorulara cevap verdi. Bence bunu kim düşündüyse harika bir düşünce geliştirmiş. Hem oyunu anlamayanlar, hem merak edenler, hem de düşüncelerini paylaşmak isteyenler burada fikirlerini dile getirdi. Bu galiba tüm oyunlara ve organizasyonlara örnek olmalı.
Ne Yapardık bilmem, seni bir gün görmesek Gökçe!
Uzun zamandır bir konsere gitmediğimi fark ettiğim noktada, birkaç yıl önce tanıştığım ve çok sevdiğim Gökçe’nin konserini fark ettim. Zaten şarkılarını çok seviyordum ama, Marmaris’te tanıştığımızda kendini daha çok sevdim ve zamanla iyi arkadaş olduk sevgili Gökçe ile… Daha önce de sahnesini görme şansım olmadığı için, bu kez kaçırmak istemedim. Ankara’da yeni açılan The Cube Performance’da sahne alan Gökçe, adeta sahnenin tozunu attırdı! Soğuk bir Ankara akşamımıza adeta renk katan Gökçe ve tüm orkestra ekibini kutlamak gerek. Sahne öncesinde bir rahatsızlık geçirdiğini söyleyen Gökçe, bu rahatsızlığına rağmen enerjisi yüksek bir şekilde şarkılarını seslendirdi.
Çok sevilen şarkısı “Aradım Seni” ile sahneye başlayan Gökçe; ardından klasikleşmiş “Tuttu Fırtlattı”, “Her Şey Bitmedi Bitemez”, “Oh Olsun” ve “Ne Yapardım” şarkılarıyla enerjimizi yükseltti. Yeni şarkılarından "Hoş geldin Canım” ın yanı sıra Trakya ve Karadeniz’e de uzanan Gökçe, konser gecesinde adeta kulaklarımızın pasını sildi. Yaklaşık iki saat boyunca, yer yer bizi keyiften zıplatan, yer yer dans ettiren, yer yer şarkılara eşlik ettiren Gökçe’nin sahnesini şiddetle tavsiye ediyorum. Bir kez daha teşekkürler ve iyi ki varsın Gökçe!