"Hedefim birinci değil, para kazanan kanal olmak"
Kanal D Genel Müdürü Murat Saygı’yla yeni yayın dönemi öncesi buluştuk ve hedeflerini konuştuk. Saygı; “Kim birinci olursa olsun, hedefim iyi bir share ve üçüncülük, dördüncülük ile en çok para kazanan kanal olmak” diyor...
Yılın bu zamanı içimde ‘hala geçerliliğini koruyan’ bir heyecan başlıyor. Benim için eylül televizyonculuğun bir yılının sona ermesi demek. Sanki her şey ortaya dökülüyor, tek tek hesaplanıyor ve tüm olumsuzluklar sıfırlanıyor. Hayat, sistem televizyonlara ikinci bir şans veriyor. Seçimlerin, oluşturduğun prototip, kriz anlarında aldığın kararlar, parayı nasıl yönettiğinde senin o bir yıl yaşayıp yaşamayacağını gösteriyor. Ben de eylüle sayılı günler kala bu yeni yaşam heyecanına işte tam buradan katılıyorum. Kanal genel müdürlerinin kapısını çalıp yeni sezon reçetelerini soruyorum. Bu yıl Kanal D’nin reçetesiyle başlıyoruz. O nedenle Kanal D Genel Müdürü Murat Saygı’nın kapısını çaldım. Hayatta ne istediğini bilen insanlar şanslıdır ama aynı zamanda ne istemediğini bilenler kârlı. Murat Saygı tecrübeli bir televizyon genel müdürü olarak kârlılığın önemine dikkat çekiyor ve rasyonel olmak gerektiğini savunuyor. Çaylar, kahveler alındıysa ve Kanal D’nin reçetesini merak ediyorsanız buyurun röportaja…
Öncelikle pandemi dönemiyle başlamak istiyorum. Kanal D için bu süreç nasıl geçti?
“Tecrübeliyiz” diyen bir insanın bile tecrübesinin olmadığı bir dönem yaşadık. Dolayısıyla deneme yanılma metodunu uyguladığımız bir süreç oldu. Aslında televizyonlar diğer sektörlere göre daha iyiydi. Çünkü reklamlar iyi kötü devam etti. Diziler çekilemeyince maliyetler düştü. Çalışanlarımızı ilk günden itibaren evden çalışma şartlarına adapte ettik. Bunun da bir tasarrufu oldu. Kendi içinde bir denge sağlandı. Ama daha sonra seyirci tekrarları izlemekten sıkıldı. Kişisel olarak çok şükür sağlıklıyız ama bir yandan da yeni bir şeyler üretmek gerekli. Bu süreçten sonra üretim maliyetleri düşer zannettik ama hiçbir şey ucuzlamadı. Tam tersi dezenfektasyon maliyetleri artırdı. Eskiden 4-5 günde diziler çekilebilirdi. Şimdi gün sayısı da artıyor. Açıkçası reklam sistemi beslemezse kötü bir dönem bekliyor hepimizi. Ama beslerse eylül, ekim gibi normale döneriz.
Acun’u hem vizyonlu hem de çok şanslı buluyorum
Bu sürecin kazananı Acun Ilıcalı oldu bence. Ekrana her gün taze içerik koydu…
Acun tabii ki iyiydi. 7 gün taze iş verdi. Aslında en iyi bildiği işi yaptı. Ben Acun’un Kadir Gecesi doğduğuna inanıyorum. (Gülüyor) Şaka bir yana; Acun'u hem vizyonlu hem de çok şanslı buluyorum.
Benim bu süreci öngörmemekle ilgili tüm televizyoncular için yazdığım bir yazı var. Haliyle size de bu eleştiriyi yapacağım. Koronavirüs aralık ayında çıktı. Sonra dünyayı gezmeye başladı. Geliyorum diye bas bas bağırdı. Ki siz de her zaman çok hızlı aksiyon alan bir televizyoncusunuz. Ocak, şubat gibi stüdyo programlarına girseydiniz, yepyeni içerik sunardınız izleyiciye. Nasıl oldu da “Bize bir şey olmaz” kafasına girdiniz ve hızlıca içerik üretimine girmediniz?
Daha öncede bir sürü virüs çıktı dünyada ve gerçekten Türkiye’ye hiç uğramadan gitti hayatımızdan. Kaldı ki ocak ayının sonunda Miami’de NATPE Fuarı’na gittik ve hiçbir şey yoktu. Kimse hastalıktan bahsetmiyordu, kimse maske takmıyordu. Endişe ve kaygı yoktu. Sonra iş çok hızlı bir ivmeyle yayılmaya başladı ama yine Türkiye’ye uğramadı. Galiba bizlerde Türkiye’ye galiba gelmiyor durumuna kapıldık. Ama ilk vaka çıktığı anda binaya kimseyi sokmadık. Arka Sokaklar dizimiz devam etti. Tabii ki Türker İnanoğlu’nun kurduğu sistem sayesinde olabildi. Ardından hemen Çarkıfelek yaptık. Birkaç stüdyo işine giriştik ama içimize sinmedi. Acaba sit-com yapsak mı diye düşündük. Bu defa da dekorcusu, binaya tek kapıdan giriş gibi konular çok dert olacaktı. Çarkıfelek’in dekoru depodaydı, hemen çıkarıp kurduk ve çekildi. Açıkçası elimizde dizi stok bölümleri, filmler vardı. Daha sonra da eski dizilerle bir süre idare ederiz diye düşündük. Bir de ne kadar süreceğini bilmediğimiz için sanki bitiverecekmiş gibi düşündük.
Televizyonlar pandemi sürecinde para kazandı
Bu işin kısa vadeli olmadığını anlayınca ne yaptınız?
Neler Oluyor Hayatta, 2. Sayfa, Gelinim Mutfakta’ya devam ettik. Uzak Ara Eğlence programını başlattık. Bir taraftan da gün içi reytingi önemliydi. Çünkü reklam verenler deterjan firmalarıydı. Herkes evlere kapanınca en çok onlar reklam verdi. Biz de stratejik olarak doğru bir şey yaptık. Gün içini sağlam kurarak Prime Time’ı düşük maliyetlerle çözdük. Bence televizyonlar pandemi döneminde para bile kazandı, hepimiz kazandık. Peki, bu sürdürülebilir mi? Tabii ki hayır. O nedenle de paldır küldür dizilere giriyoruz eylülde. Bakalım ne olacak?
6 aydır evde olduğum süreçte eski dizileri izlerken “Vay be ne güzel dizilerimiz varmış” derken buldum kendimi. Ve eylüle dair heyecanım daha fazla arttı. Eski sezon açılışları gibi görkemli bir süreç başlıyormuş sanki…
Ortada bir kalabalık var. Bir yandan her kanalda devam eden işler var. 8-10 tane de yeni iş giriyor. Televizyonculuğun en iyi tarafı başarısız olan işi yapmamış sayıyorsun. 2-3 bölümde kalkınca kimse hatırlamıyor ve yapmamış sayıyorsun. Hepimizin hayatında böyle bir sürü başarısız iş var. Dolayısıyla bu yılda bir sürü iş giriyor ama bundan 2 ay sonra “Ya öyle bir iş girmişti. Hangi kanaldaydı o? Üç bölümde kalkmıştı” diyeceğiz.
Gelinim Mutfakta’yı sürpriz bir isim sunacak
Kanal D eylül sezonuna nasıl hazırlandı?
Hekimoğlu, Arka Sokaklar, Çok Güzel Hareketler 2 devam ediyor. Yeni Hayat diye yeni bir iş gireceğiz. Aslında mart ayında gireceğimiz bir işti ama pandemi olunca beklettik ve eylül sezonuna hazırlandık. Serkan Çayoğlu ve Melisa Aslı Pamuk başrollerinde oynuyor. Doctor Foster uyarlaması bir işimiz var. Gerçekten güzel ve parlak bir iş. Başkasında olsaydı kıskanırdım. Cansu Dere ve Caner Cindoruk oynuyor. İngiltere versiyonundan çok Kore halini uyarlıyoruz. Ben çok dizi izleyen bir adam değilim. Ama bu dizinin 6 bölümünü bir gecede izledim. Çok lezzetli. Sürpriz bir işimiz daha var. Kontratını henüz imzalamadık ama çalışıyoruz. O da bir Uzak Doğu uyarlaması. Ayrıca Tayfun Güneyer’in yazdığı, Hakan Algül’ün yöneteceği bir sit-com var. Çağlar Çorumlu ve Şebnem Bozoklu başrolleri oynayacak. Bunu da yedek işimiz olarak hazırlıyoruz. Yapım şirketi bize yurt dışı satışıyla ilgili de bir öneride bulundu. Sadece yurt dışına satacağın diziler yaparak bu iş yürümez. Çeşitlilik yaratmak lazım. O nedenle program, haber, film de lazım.
Gelelim gündüz kuşağı programlarına öyleyse… Değişiklik var mı?
Gelinim Mutfakta’nın sunucusu değişti. Sürpriz bir isim sunacak. Hakan Ural ve Nur Tuğba Algül’le Neler Oluyor Hayatta, Müge Dağıstanlı ve Gülşen Yüksel ile 2. Sayfa devam ediyor. Ayrıca Zahide Yetiş’le anlaştık. Biz gelin kaynana konseptlerini çok seviyoruz. Bu defa gelinli kaynanalı bir moda programı yapacak Zahide. Gelin Görün’le ekranda olacak. Ayrıca sürpriz bir iş hazırlıyoruz. Gördüğün gibi her şey normalmiş gibi ilerliyoruz.
Hekimoğlu ve Yeni Hayat’ın yapım şirketi değişiyor
Hekimoğlu ve Yeni Hayat dizilerinin yapım şirketi Karga Seven Pictures’tı. Ancak yapımcıları Ömer Özgüner ve Ümmü Burhan ayrıldı. Şimdi bir yapımcı değişikliğine mi gidiyorsunuz?
Bu dizilerin yapımcıları Ömer Özgüner ve Ümmü Burhan’dı. Yapım şirketi Karga Seven Pictures ise Türkiye’den çekiliyor. O nedenle Ömer ve Ümmü Kerem Çatay’la ortak bir şirket kurdu. Bundan sonra dizileri o şirket yapacak. Yani Hekimoğlu ve Yeni Hayat’ın yapım şirketi değişiyor ama yapımcıları aynı…
Koronavirüs durmadı ve yayılmaya devam ediyor. Görünen o ki evlerde olacağımız bir kış bizi bekliyor. Geçen sefer gafil avlandık ama bu defa gelirken bangır bangır bağırıyor. Şimdi bu duruma nasıl hazırlanıyorsunuz?
İnşallah olmaz. Ama olursa için “Yüzde 100 hazırım, yedek bir prototip yaptım. Olursa onları çekeceğim” diye bir durumumuz yok. Ama en azından geçen sefer olduğu gibi hazırlıksız yakalanmayız. Bir sit-com işi çalışıyoruz. Çünkü sit-com gibi işler daha yapılabilir oluyor. Arka Sokaklar’ın da devam edebileceğini düşünüyorum. Ayrıca şu anda yayınlanan dizimiz Çatı Katı Aşk bir dekorda çekiliyor. Bütün sokaklar, caddeler, evler dekor. Dolayısıyla çok daha kontrol altında bir iş. Yani pandemi halinde çekimi devam edebilecek tarzda bir iş. Birkaç tane de Uzak Ara Eğlence gibi formatlar hazırlıyoruz. Çarkıfelek var. Yangında sarılabileceğimiz bir şeyler var. Mart dönemindeki gibi “Eyvah ne yapacağız? Hadi film yayınlayalım” gibi durumlara bu defa düşmeyiz.
Ortalamayı 1 milyonda tutacak bir iş planı oturttuk
Murat Bey, Kanal D’ye yeniden genel müdür olduğunuzda “800 bin liranın üstünde dizi yapmam” demiştiniz. Şimdi de var mı bana verebileceğiniz böyle tatlı bir başlık…
(Gülüyor) O 800’ün üzerine enflasyon kadar koyarak geçen seneyi geçirdik. Yine enflasyonu ekleyerek bu seneyi bitirdik. Ortalamayı 1 milyonda tutmak istiyoruz. Bugün bir milyon 500 bin, bir milyon 750 bin liraya diziler çekiyorlar. Biz ortalamamızı 1 milyonda tutacak bir iş planı oturttuk.
Genel olarak sezona ve rakiplere bakacak olursak, bu sezon rekabet zorlu mu geçer?
Rekabet her zaman zor. Geçen seneden gelen parlak işleri biliyoruz ve bazılarında belli oranlarda düşme bekliyorum. Yeni işlerden de biz de olmayan iki işi merak ediyorum. Onun dışında çok büyük bir belirsizlikte olduğumuzu düşünmüyorum. Rekabette ben anlayış olarak farklıyım. Herkes birincilik savaşı yapar ya, ben bugünün televizyonlarında üçüncülük ve dördüncülüğün en karlı ve rasyonel yer olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben Show TV’de 36 ay birincilik yaşadım ama kanal para kaybediyordu. Ben hep birinci olmuş bir kanaldan geliyorum, şu an bu cümle saçma gelebilir. Ama bugünün konjonktürü, rasyonelliği bu. Şimdi kim birinci olursa olsun, hedefim iyi bir share ve üçüncülük, dördüncülük ile en çok para kazanan kanal olmak.
Z kuşağı oyun oynuyor
Murat Bey, artık önümüzde Z olarak tanımlanan bir kuşak var. Sanırım sizin çocuklarınız da Z kuşağı. Onlara televizyon demode geliyor. Meseleye gelecek açısından baktığımızda televizyonlar ölüyor mu?
Ara ara benim çocuklara bizim yaptığımız işlerin ön bölümlerini izletiyorum. Bazen takılıp ilgiyle izliyorlar. Bu kuşak hızlı ve kısa içerik tüketmeye alışık. Onlar oyun oynuyorlar. Oyun oynarken karınları acıkmıyor, susamıyor, tuvalete bile gitmiyorlar. Netflix’e girelim gibi bir dertleri de yok. Ondan da sıkılıyorlar. Bunlar en çok birbirlerine tavsiyeyle bir şey izliyorlar. Videolar yolluyorlar, TikTok gibi çok daha kısa içerikler var hayatlarında. Dolayısıyla bizim televizyonların varlığı hala 8-10 sene gider. Neden? Çünkü birçok evde, özellikle bizim ölçülen panelde yüzde 70’in üzerindeki evde tek televizyon var. Evin annesi, anneannesi yani evin gerçek sahipleri televizyon izliyor. Çocuk öyle değil ki, normal şartlarda okula gidiyor, sokağa çıkıyor, gezip tozuyor. Aralarda televizyona bakıyor. Bizim gerçek müşterimiz evde oturanlar. Bu pandemi döneminin bence en büyük değişimi; sadece ev kadınlarına hitap eden programlarımızı çalışan kadınların, erkeklerin, çocukların da görmesi oldu.
Peki, Netflix ve dijital platformların varlığı sizin izlenmenizi etkiledi mi?
Bizim izleme ve tüketim alışkanlıklarımıza göre A, B, C, D diye ayrılan bir demografik yapımız var. A dediğimizde çok üst düzeyin de orada olduğunu zannediyoruz. Halbuki bir kitle var ki, A++. Normalde bizim panelimizde temsil edilmeyen bir kitle. Dolayısıyla Netflix’e bu parayı veren kitle gerçekten çok niş. Çünkü içeriklerde öyle. Türk milleti Türk dizisi, Türk içeriği seyrediyor. Gündüz bu programları seyrediyor. Başka bir kitle var. Ayda 40-50 lira Netflix’e veriyor ve o niş içerikleri istiyor. Ama Netflix içeriklerini oturup ailece, çocuklarla izleyemezsin. Her an neyle karşılaşacağın belli olmaz. O yüzden bana göre Netflix gençlerin ve çoluk çocuk yattıktan sonra ailelerin izleyeceği bir platform. Bir de bir dizi izliyorsan birkaç bölüm birden izliyorsun. Bizim Türk aile yapısının televizyon izleme alışkanlığının çok dışında. Bir sosyal izleme hali yok orada. Biraz hayatın ağır gitmesi lazım. Biz de televizyonlar izlenenden çok dinlenen bir hale geldi. Gündüz programları da öyle. Çünkü kim gidip 3 saat izleyecek. Olanlar tanıdık geliyor, o arada mesajını okuyorsun, sohbetine devam ediyorsun. Hayat ağır akıyor, o nedenle bu dizilerde bu kadar uzun. Netflix’i ise oturup konsantre izlemen lazım. Onun için el ayak çekilmesi lazım. Bunlarda daha çok 15-30 yaş aralığında insanların alışkanlıkları. Z kuşağı da böyle kalmayacak.
Televizyon normale dönünce birçok izleyici Netflix’i iade eder
Peki, neye dönüşecek?
Yaşım ilerledikçe yaşam şeklim itibariyle daha çok babama, dedeme benzemeye başladım. Z kuşağı da zamanla daha fazla Türkleşecek. Şimdi daha Amerikanvari yaşıyorlar. Onlar varlıklarını sürdürecektir. Ama Türkiye’de bu kadar iyi free tv dünyası olduğu sürece, onlar bu televizyonları yıkar, döker, kırar durumu söz konusu değil. Şu anda televizyonların içerikleri Türkiye’de hala çok iyi. Onun için dünyaya da satılıyor. Onlar biraz daha niş içerikler yapacaklar. Ve oralarda ekonomik olarak çok stabil yerler değil, kürek kürek para yakıyorlar. Bugün Netflix dediğimiz kurumun 14-15 milyar dolar borcu var. Yatırımcıları son derece memnuniyetsiz. Her şeyin de karşılığını almıyorlar. Şirket değerini büyütmek amacıyla girdiler ama bir karlılığı olmayan bir iş. Bin tane rakip var. Biraz sıkıntılı bir alan ama ben hala bizim içeriklerimizin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Televizyonlara tehdit değil yani…
Pandemi sürecinde Netflix bambaşka evlere de girdi aslında.
Bu işlere OTT deniyor. Dünyada da bu tür abonelikler bir ay içinde yüzde 50 arttı, ikinci ayda yüzde 30 düştü. Neden? İnsanlara bir ay bedava veriyor. Hadi ona da bakayım, buna da bakayım diyerek tatlandırıcı gibi baktı, baktı ve sonunda “Hepsi aynı şey” dedi ve iade etti. Tabii ki onlar bu süreçten faydalanmıştır ama bu böyle bir tehdit falan değil! Herkes televizyonlarda izlemediği bir şey kalmadığı için onlara yöneldi. Televizyonlar normal hayata dönsün, birçok izleyici Netflix’i iade eder.
Dizilerde oyuncu maliyeti çok yüksek
Bir önceki röportajımızda sizin televizyona dair beklentiniz daha düşüktü. “Televizyonculuk bitti” demiştiniz. Şimdi daha umutlu bir Murat Saygı var karşımda.
Televizyonculuktaki en büyük problem maliyet. Ben buraya geldiğimde 800 bin liraya dizi yapacaktık, sonra 900 bin ve 1 milyona çıktık. Fakat reklam pazarı aynı oranda büyümüyor. Bizler çok şükür performansımızı artırdık, gelirimizi artırdık ama Türkiye’de yüzde 20 enflasyon varsa yüzde 20 reklam pazarı büyümüyor. Ama dizi maliyetleri yüzde 20 artıyor. Dolayısıyla televizyonculuk bu anlamda, bu şekilde sürdürülebilir olmaktan çıkıyor gittikçe… İzlenme olarak değil kaygım, mali olarak altından kalkılabilir durumda değil. Reklam satıyorsun paranı 6 ayda alıyorsun ama yapımcıya 1-2 ayda parasını ödüyorsun. Müthiş bir nakit açığı var. Karlı bile olsan nakitte terstesin. Bu anlamda ben hala sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Türkiye gibi free tv’lerin bu kadar çok olduğu bir yerde kimse pay tv’ye para vermek istemiyor. Eğlence sektörü genel olarak hak etmediği bir değere çıkmış durumda. Bu işlerden de en çok sanatçılar kazanıyor. Dizilerde oyuncu maliyeti çok yüksek. Bana boyuna kızıyor sanatçılar ama sistemde herkes kazandığı zaman anlamlı ve sürdürülebilir olur. Şimdi bölüm başı 100 bin istiyor mesela, hangi kritere göre istiyorsun.
Gerçekten hangi kritere göre isteniyor?
O parayı da aman aman bir oyuncu istemiyor. Yurt dışı satışından da pay isterim deniyor. Tamam ama yapımcının çekeceğim diye çabası var, televizyon battı batıyorum derken zar zor parasını yetiştiriyor. Senin hiçbir derdin yok. Hatta o kadar tuzun kuru ki, “Oynamayacağım, Netflix’e dizi yaparım” diyorsun. Oralarda bir ayar bozukluğu var.
Star oyuncuların her projesi tutmuyor ki…
Projenin değil, starın değerli olduğu bir sistemde bu normal değil mi?
Hiçbir oyuncuya tavrım yok. Ama ben rasyonel olmayan her şeye karşıyım. Star oyuncuların da her yaptığı tutmuyor ki… Çok başarılı, çok yakışıklı ya da güzel, çok iyi oyuncu olabilir ama proje iyi değilse, proje halka geçmiyorsa, iyi çekilmediyse, senaryoda problem varsa asla tutmuyor. Her bölüm yayınlandığında 500 bin, 1 milyon lira zarar eden iş olur mu? Rasyonel değil. İlle de o oyuncuyu alınca her şey çok güzel olacak diye bir şey yok. Proje bir bütün… Kurulan dünyası, senaryosu, yönetmeni, yapımcısı… Gerçekten ben artık yapımcı da seçiyorum. Çünkü bugünün ekonomik çerçevesinde bazı yapımcıların parası olsa bile vizyonları olmadığı için saçma sapan bir şeylerde yapabiliyorlar. O nedenle ben sadece oyuncularla anlaşma yapmaya karşıyım. Bizim hiçbir oyuncu ve sunucu anlaşmamız yoktur.
Öyle bir diziniz var ki yıllar geçiyor ama biz izlemeye devam ediyoruz. Pandemi döneminde finalini Prime Time’da yayınladınız. Biz hepimiz giyinip süslendik ve Aşk-ı Memnu finali izledik. Siz bu talebi neye bağlıyorsunuz ve gerçekten daha kaç yıl daha Aşk-ı Memnu Kanal D’nin ‘acil durumda camı kırınız’ dizisi olur?
Valla biz istemesek seyirci istiyor. “Aşk-ı Memnu’nun zamanı geldi” diye baskı yapıyorlar. Her yaz yayınlıyoruz onu. Bu sene pandemi nedeniyle trollük olsun PT’de de finalini yayınlayalım istedik. Ben tekrarları bu kadar ses getiren, konuşulan hiçbir iş hatırlamıyorum. Oyunculuğuyla, senaryosuyla, rejisiyle bilmene rağmen izliyorsun. Çünkü her şey çok inandırıcı. Kimse oynuyormuş gibi gelmiyor orada. Değişik bir duygusu var. O günün koşullarında da çok iyi kalitede çekilmiş bir iş zaten. Onun sihrini biliyorum desem bir tane daha yaparım.
Televizyona dair umut var ama dijitalde de bir şeyler yapıyorsunuz…
Bizim grubun dijital yatırım planı var. Ben 2011senesinde bunları yapmak için buralardan ayrıldım. Türkiye’de ilk Netflix benzeri bir yapıyı kuran benim. Ve de bu işler öyle sanıldığı gibi kolay değil. Global ölçekte yapamadığın sürece para kazanman mümkün değil. Uzun zamandır yapmak istediğim bir şey vardı. Kendi içimizde bir şey yapıyoruz. Bunu 6 ay sonra duyarsınız. Ben olaylara hep rasyonel açıdan yaklaşıyorum. Patronun parası sürekli içeriğe gidiyorsa bunun elbet bir geri dönüşü olması lazım. Bunu Türkiye’deki abonelik sistemi karşılamaz. Türk milleti daha içeriğe para vermeye hazır değil. Biz çocukken suya da para vermiyorduk. Çeşmeden koyuyorduk. Şimdi suya para vermeye nasıl alıştıysak, bir gün içeriğe de para vermeye alışacak izleyici. Ama bu daha uzun vadeli bir iş. Şu anda ne yaparsan yap para yakarsın Netflix gibi… Onlar ölçek ekonomisine oynuyorlar. Ama ben Türkiye’de ölçek ekonomisinden para kazanabilecek bir şirket görmüyorum. Televizyon kanalı da reklamla dönmez, Blu’nunki de abonelikle dönmez. Gain’inki de olmaz. Yabancı içerik alıp yabancıya mı satacaksın? Şimdi biz her şeyden önce rasyonel ve globale oynayacak bir işin içine girdik.
Televizyon yöneticisinin yapımcı olmasını doğru bulmuyorum
Nasıl bir işin içindesiniz?
Şu anda düşük profilde bir şey deniyoruz. Üst basamağına yıl sonu geçeceğiz. Para harcamadan para kazanacağımız bir formül bu. En karlı şekilde Kanal D’yi sürdüreceğiz ama dijitalsiz hayat olmaz. Hepimizin oraya da evrilmesi lazım. Türk içerikleri madem yurt dışında bu kadar rağbet görüyor, biz içerik üretmeye devam edeceğiz. Yurt dışında televizyonlara sattığımız gibi dijitale de satıyor olmamız lazım.
Son yıllarda kanallardan ayrılan yöneticiler yapımcı olmaya başladılar. Sizin de yapımcı olmak gibi bir planınız var mı?
Yok, yok. Ben bir televizyon yöneticisinin yapımcı olmasını doğru bulmuyorum. Ben 7-8 sene dışardaydım ama hiç yapımcılık yapmadım. Yine kanallar kurdum, içerik ticareti yaptım. Çünkü televizyon yöneticiliği başka bir şey, üretim başka bir şey. Ben bir projeyi okuyunca anlayabilirim, çekilmişse yorumlayabilirim ama aradaki süreçler hakkında hiçbir fikrim yok. Öğrenmek istemiyorum. Bitmiş işe ukalalık etmek daha kolay. (Gülüyor) Benim ilgi alanlarım daha başka. Ben bu işin teknolojisini seviyorum. İçerik seviyorum ama üretimini değil. Herkesin yapmadığı değişik projeleri denemeyi seviyorum. Daha profesyonel bir kafam var. Yöneticiliği ve televizyon içeriğiyle yaşamayı seviyorum. Bunun rekabeti, adrenalini de beni sarıyor. Bu iş sadece reyting yarışı değil, aynı zamanda bir rasyonellik ve finansal yönetimi. Bazı televizyoncular iyi içerik buluyor ama hesap kitap bilmediği için kanal batıyor. Bazen egolar giriyor. Ben bu olgunluk dönemimde profesyonel yöneticiliği daha rasyonel buluyorum.