"Oyuncu dolabının içinde değiliz"
"Çoğunlukla Bazen" oyununun yönetmeni Barış Gönenen ve oyuncu Selen Uçer, sektördeki tekelleşmeyi bir gün konuşabilmeyi umuyorlar. Neden bu yeteneğinle seni ekrana göremiyoruz sorusuna ise Gönenen "Bir oyuncu tipi var ve bir oyuncu dolabının içinde duruyorlar. Projeler ortaya çıkınca o dolap açılıyor ve sen o dolapta değilsin. Biz o dolapta değiliz" cevabını veriyor

Hiç düşündünüz mü? Acaba mutlu ve sağlıklı bir ailede büyüseydim ben kim olurdum? Hastalığım olmasaydı nasıl birine dönüşürdüm? İlaçlarım olmasa ben kimdim? Nasıl düşünür, nasıl yazar, nasıl hissederdim? Avustralyalı yazar Kendall Feaver’ın yazdığı, Barış Gönenen’in yönettiği, Selen Uçer, Sena Kurdoğlu, İdil Yener ve Ulaşcan Kutlu’nun rol aldığı “Çoğunlukla Bazen” oyunu izleyiciyi bu soruları hatta daha fazlasını sormaya itiyor. Çocukluktan beri yazan 18 yaşındaki Anna, bir süre sonra o kadar derin bir karanlığa sürükleniyor ki, psikiyatri bilimi, terapiler ve ilaçlar olmadan kim olduğunun cevabını arıyor. Varoluş sancısı zorlu geçiyor. Buna karşın annesi Renee kızının hastalığından o kadar korkuyor ki, ona var olma, Anna olma şansı bile tanımıyor. Üstelik bunun farkında bile olmuyor. Siz de oyunu izlerken annelik, birey olma, var olma, depresyon, hastalık, psikiyatri bilimi, ilaçlar çıkmazında bir anne ve kızın 'büyüme ve kabullenme' öyküsüne şahit oluyorsunuz. “Çoğunlukla Bazen”i perşembe günü yani 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde Beyoğlu Atlas Sineması’nda izleyebilirsiniz.
FİLMDE BİRLİKTE OYNUYORLAR
Gelelim bu röportajın hikayesine… Neredeyse her yıl bir festivalde filmini izlerim Selen Uçer’in… Her sezon oyun yapar, dizilerde oynar ve yakaladığı her kültür-sanat aktivitesine katılır. İyi oyuncudur, daha iyisi olmak için de dertlenir. Yazar, yönetir, oynar. Üretmeden yaşayamaz. Bir de arkadaşlarına çok düşkündür. Barış Gönenen’i de uzun yıllardır tanırım. Tiyatroya tutkusu bir başkadır. Farkı roller denemenin dışında yönetmenlik de yapar. Çok iyi oyuncudur ama sinema ve televizyonda fazla seçicidir. “Çilingir Sofrası” filmindeki oyunculuğu nefisti. Zaten bir sürü ödül kazandı. Tokyo Film Festivali’nden “Asya’nın Geleceği” ödülünü alan Gündüz Apollon Gece Athena filminde de Barış ve Selen birlikte oynuyor. Biz filmi 11-22 Nisan tarihleri arasında düzenlenen 44. İstanbul Film Festivali’nde izleyeceğiz. Barış ve Selen iyi arkadaşlar, beraber hayal kuruyorlar ve bu sezon ‘Çoğunlukla Bazen’le varoluşu sorguluyorlar. Biz de buluştuk, oyunu, gündemi ve kendi varoluşumuzu konuştuk.
"BU BÜYÜME HİKAYESİ HER ÜLKEYE UYGUN"
- ‘Çoğunlukla Bazen’ adıyla bile insanı çarpıyor. Üstelik oyunda Renee’nin bir repliği aklımdan çıkmıyor. Kızı Anna için “Onu o bazenin içine sıkıştırdık” diyor. Hepimizin o bazenin içine sıkıştığını düşünüyorum. Barış sen bu oyunu neden yönetmek istedin? Selen sen bir süredir uyarlama oyunları tercih etmiyorsun. Bu oyunu neden seçtin?
Barış Gönenen: Oyunda Anna karakterini de oynayan Sena Kurdoğlu bana projeyi getirdi ve “Yönetmeni istiyorum. Ben de oynamak isterim ama sen uygun bulmazsan oynamasam da olur. Yeter ki bu oyunu yapalım” dedi. Oyunu okuyunca çok beğendim. Benim hayatıma da dokunan bir şeyler buldum. Sena çok tatlı, çalıştığı sahneyi de gösterdi. Anna’yı bulmuş oldum. Sonra hemen Selen’i aradım ve ona teklif ettim.
Selen Uçer: Biz Barış’la uzun yıllardır arkadaşız. Daha önce beraber çalışmıştık ama çok ara verdik. Üç yıldır birlikte çalışmak için debeleniyorduk. Birlikte ortak hayaller kuruyoruz. Teklif Barış’tan gelince tabii ki kabul ettim. Sonra aklımıza İdil Yazar geldi. Çok yetenekli bir arkadaşımızdır. Kızını doğurduktan sonra 7 sene ara vermişti. O da psikiyatrist rolünü beğendi ve bize katıldı.
Barış Gönenen: Ulaşcan Kutlu’yu audition ile seçtim. Sena ve Ulaşcan’ın ilk oyunu… Bu da beni çok mutlu ediyor. Birileri zamanında bize şans vermişti, şimdi biz o duruma geldik. Bu benim için önemli, gençlerin önünü açmak, şans vermek lazım. O rol için bildiğim bir oyuncuyu seçebilirdim ama audition açtım ve 25 kişi arasından Ulaşcan Kutlu oldu.
Selen Uçer: Ben çeviri metinlerde uzun süredir oynamıyorum. Türk yazarların oyunlarında oynadım ya da kendim uyarladım. Çünkü bizim derdimiz bize özgü! Ama Barış bu oyunu yollayınca anne-kız hikayesinden çok etkilendim. Bu büyüme hikayesi de her ülkeye uygun. O nedenle uzun zaman sonra ilk çeviri oyunum ve bu oyunda rol almamın sebebi Barış’a olan güvenim… Şu anda oyundan çıkınca “İyi ki oyunumuz var” diye şükrediyorum.
- İkinizi de oynadığınız oyunlardan, filmlerden tanıyorum. Mesela Selen bir işte rol alıyorsa biliyorum ki, derdi olan iyi bir iş izleyeceğim. Barış bir rolü ya da oyunu seçtiyse mutlaka kendine de dert edecek ve izleyici de mutlu ayrılacak...
Barış Gönenen: Bunu yapabildiysek ne mutlu bize…
- - Barış, Selen bir yönetmen için konforlu bir oyuncu değil mi? Selen zaten iyi oyuncu, çok uğraşmana gerek yok!
Barış Gönenen: İlk oyunlarda arkadaşlarımız geldi ve oyunu konuştuk ama herkes "Selen zaten iyi" dedi. Ve evet onunla çalışmak çok konforlu…
- Selen ne de olsa iyi, onun iyi olması sürpriz değil duygusu sinir bozucu mu?
Selen Uçer: Yani biraz... Ama ben diğer tarafı da gördüm. Mesela biri gelip "Seni bir sürü oyunda izledim ama burada o kadar iyisin ki" dedi. Bu insana güzel hissettiriyor. Şahane de bir dönem yaşamıyorum. Gayet ilk oyunuma çalışır gibi heyecanlandım. Benim için durum her seferinde aynı heyecan aslında… Terapistime "Acaba yine iyi olacak mı?" diye de sordum.
Barış Gönenen: Galiba başarılı ve iyi bir kariyeri olan oyuncular için zor bir durum oluyor. Çünkü bir çıta koymuş ve onun altına düşmemesi gerekiyor.
Selen Uçer: Aslında ben oyunu çıkarırken çok korktum ve Barış da benimle uğraştı. Zaten hayatla ilgili bir sürü derdimiz var. Bu coğrafyada ve dünyada olaylar bitmiyor. Zor bir prova dönemiydi. Bir gün provada “Bilmiyorum ki, ilk defa bu yaşıma geliyorum” dedim. Hayatımda bir sürü çatışmayla zor başa çıkabildiğim bir dönemde çıktı bu oyun.
Barış Gönenen: Bugün bir oyun prova etmek çok zor. İşin maddi kısmını bir tarafa bırak, kimse merkezinde kalamıyor. Provaya gelirken gördüğü, okuduğu, yaşadığı olaylarla ve hayatla kavga etmekten çalışmaya başlayamıyorsun. Oysa bu işlerde kafanı sıfırlaman gerekiyor. Etrafında seni tetikleyen bu kadar çok şey varken her şey zorlu geçiyor.
"ZAMANIN RUHUNA UYGUN BİR OYUN"
- Son zamanların moda kelimesi tetiklenmek. Bugün adeta travmalarımızı yarıştırıyoruz birbirimizle… Televizyonda başlayan bu psikoloji tabanlı işler her yere sirayet etti. Sosyal medyada elini çarptığın herkes psikolog. Antidepresan kullanmayanı dövüyorlar sanki...
Selen Uçer:: Bu işte beni heyecanlandıran şey buydu. Çünkü çok dile düşen bir halde terapi şu anda. Bilen bilmeyen herkes bu konuda konuşuyor. Aksiyon, mafya dizileri televizyonda bu kadar popülerken insan psikolojisinin konuşulduğu işlerin konuşulmaya başlanması da bence pozitif ama kimin ehli var bunu konuşmaya. Sınırlar nerede, doktor hasta ilişkisinin ne kadarı anlatılabilir? Bunları tartıştığı için de oyun heyecan verici ve tamamen bize uygun.
Barış Gönenen: Kesinlikle zamanın ruhuna çok uygun bir oyun!
- Oyunun var olma ve bilim çatışması, acı ve yaratıcılık ilişkisini sorgulaması da etkileyici. Siz de yaratıcılığın ortaya çıkması için acı çekmek gerektiğine inanıyor musunuz? Bence Türkiye'nin bir şarkısı olsa Ahmet Kaya'nın "Siz benim neler çektiğimi nerden bileceksiniz?" şarkısı olurdu...
Barış Gönenen: (Kahkahalar) Drama bence insanın hikayesini anlatma ihtiyacı üzerine kurulu. Oyunculuk da öyle bir şey... Aslında başkalarının hikayesinin arkasına saklanarak kendi hikayemizi anlatıyoruz. Sahneye çıkıp Renee'yi oynuyor ama orada tabii ki Selen'in hikayesi var. Dolayısıyla bu yaralar bizim malzememiz, bizim hediyemiz. Onlar üzerinden kendimizi sağıltmayı öğrememiz gerekiyor. İşin zorluğu da o. Sen bu acıları, travmaları üzerine almak için mi anlatıyorsun yoksa dışarı bırakmak için mi? Oyuncunun ya da yazarın ikisi arasında bir seçim yapması gerekiyor.
- Ben dışarı atmak için yazıyorum. Bence yazmak şahane bir terapi...
Selen Uçer: Bizim oyunun yazarı Avustralyalı bir yazar ve İngiltere'de yaşıyor. Muhtemelen bu kendisinin hikayesi... Ve oyunun anne-kız hikayesi benim anne-kız hikayemle örtüşüyor.
"TÜRKİYE'YE PANİK ATAĞI GETİREN KADIN SELEN UÇER"
- Selen bir röportajında okumuştum. Senin de bir anksiyete problemin varmış...
Selen Uçer: Ben lisedeyken daha panik atak yoktu. Bir arkadaşım "Panik atak hastalığının önücüsüsün" der bana.
Barış Gönenen: Türkiye'ye panik atağı getiren kadınmış Selen. (Kahkahalar)
Selen Uçer: Lisedeyken otobüslerde bayılıyordum. Üniversite sınavında "Bunu yapmam lazım" dedim ve bir şey olmadı. Boğaziçi Üniversitesi'ni kazandım. Ben 18 yaşında anksiyeteyle başa çıkmayı öğrendim. Zamanla da onunla yaşamayı başardım.
Barış Gönenen: Bu bir hediyeye de dönüşebiliyor. Aslında senin çalışmanı ve iyi olmanı tetikleyen şey o kaygı oluyor. Bizim oyunda da irdelediğimiz şey biraz bu. Anna bir acı çekiyor ve o acı bir sanata dönüşüyor. Gayet doğal bir refleks olarak anne kızının acısını bastırmak istiyor. Sanatla acı arasında seçim yapınca kızının acı çekmemesini seçiyor.
- Kimlik meselesi oyunun da en büyük sorgusu. İlaç almadığında kimsin? Bence şu anda hepimiz kim olduğumuzu sorguladığımız bir dönemden geçiyoruz...
Selen Uçer: Hepimiz aslında ayakta kalmaya çalışıyoruz. Benim kızları Anna'yla aynı rahatsızlığa sahip arkadaşlarım var. Oyuna kızın babası geldi ve bana "Neden oyunun konusunu söylemedin?" dedi. Kızın annesi de psikiyatrist ve benim çok eski arkadaşımdır. Onu provaya da çağırdım. Bir türlü gelemedi. Kızın babası oyunu izledikten sonra "İlaç karşıtı söylemler var" demiş. Arkadaşım "Zaten öyle bir çocukla uğraşıyorum, ben şimdi sinirlerim" diyerek oyuna gelmiyor. Evet, oyunda psikiyatriye de bir sorgulama var ama ben bizim oyunu ilaç karşıtı olarak algılamıyorum. Zaten oyunun bütününde, bu dağılmanın ve sorgunun sonunda ilacın önemini de gösterdiğini düşünüyorum.
Barış Gönenen: Yazarın bir röportajını okumuştum. Avustralya'da inanılmaz bir antidepresan patlaması varmış.
- Şu anda Türkiye'de olduğu gibi...
Barış Gönenen: Aynen öyle... Yazar buradan tetiklenmiş ve bunu tartışmaya açmak istemiş. Ben 5.5 sene terapiye gittim ve hayatımda çok zor dönemlerden geçtim. Bana hiç ilaç vermedi. Her doktor aynı değil ama bu tartışmaya değer bir konu... Kaldı ki, ben tiyatrocuyum. Psikiyatriden ne anlarım? Bizim oyunumuzun danışmanı Zerrin Oğlağu. Çok başarılı bir doktordur. Yoksa Zerrin olmasa koca bir bilimi karşımıza almak haddimize de değil!
Selen Uçer: Bu oyun sınırlarla ilgili... Anna mesela terapistine diyor ki; benim hikayemi ben yazmadan sen yazmışsın zaten... Anladınız mı, sınırlar olmalı...
Barış Gönenen: Ben iki bağlam arasında kurmaya çalıştım bu oyunu... Anna'nın ilaç kullanmadan ben kimim sorgusu yerine, Anna'nın hikayesini psikiyatrist yazmışsa bu kimin hikayesi? Ve Anna ben bu kitaptaki insan mıyım diye sorguluyor. Bence oyunun söylediği şey bu... "Bırakın hikayelerimizi kendimiz anlatalım" diyor.
"TOKSİK POZİTİFLİKTEN NEFRET EDİYORUM"
- Oyunun izleyicide bir empati duygusu yaratmamasını sevdim. Soru soruyorsun, sorgulama yapıyorsun ama empati yok. Bu bir seçim miydi? Seçimse çok sevdim...
Selen Uçer: Herkes haklı!
- -Ben artık haksızlığı da görünce bağırmak istiyorum...
Barış Gönenen: Yüzde yüz. Bence de öyle! Toksik pozitiflikten nefret ediyorum. Herkes haklı değil ve herkesi anlamak zorunda değiliz. Anlama ağacına döndük.
- Peki, acı sizi tetikliyor mu?
Selen Uçer: Galiba. Nefes alamayacak hale gelip hadi yapalım hissi oluyor. Anksiyete aslında olanı değiştirmek için vücudun sinyali. Ruhun "Bu bana uymuyor" diyor. Mühendis ana-baba çocuğu olarak Boğaziçi Üniversitesi'nde kimya okuyordum. Ama oyuncu olmak istiyordum. Ruhum da hata verip "Bu değil" diyordu. Anskiyete aslında değişimin habercisi. Ama uzun zaman ve elini taşın altına sokman gerekiyor. Ben prova zamanı "Zaten en çok Anna'ya benziyorum" dedim. Ama annemi oynamak zorunda kaldım. Oyuncu arkadaşım Ece Dizdar oyunu izleyince "Kadını annene benzetmişsin" dedi. Oyunun sonunda anne farkındalık kazanınca "Gel orta noktada buluşalım, sen ve ben eşitiz" diyor. Kızını artık hasta değil birey olarak görüyor. Bu çok kıymetli.
Barış Gönenen: Çok iyi yazılmış bir oyun.
- Barış, sen oyunu izlemedin ama ne kattın bu oyunun rejisine?
Barış Gönenen: İzlemedim ve referans almadım. Oyuna olabilecek en sade dili seçmek istedim. Dekorda, tasarımda fazla renk bile görmüyorsunuz. Bu tam bir oyuncu oyunu... Rejisör olarak ne kadar geri çekilir ve arkada olursam oyunun o kadar önde duracağını düşündüm. Bazı kültürel kodları değiştirdim. Ajite edilmeyi çok müsait bir metin. Öyle olabilecek anlarda da tiyatronun başka araçlarını kullandım. Slow motion, şarkı, intihar sahnelerinde yabancılaştırma kullandım. Oyunun seyirciyi tetikleyecek en dramatik anlarında tiyatronun kendi elementlerini kullanıp seyirciyi dışarıya çıkarıp ajite bir duyguya zorlamadım. Seyircinin bir şeye sadece tanıklık etmesini ve özdeşlik kurmasını istedim. Özellikle kimse Anna'ya acısın istemedim. Eğer Anna'ya acırsak Renee'ye, Oliver'a, Vivien'e kızarız. Ben yönetmen olarak bu hikayede kimseye kızmıyorum.
Selen Uçer: Anne de kızına acımamayı becerdiği an da ilişki kurabiliyor zaten. Bu hikayede annesi de dönüşüm geçiriyor. Bir oyuncu için gerçekten çok güzel bir metin.
"ŞU AN EN PAHALI ŞEY OYUNU KADIKÖY'DEN TAKSİM'E GÖTÜRMEK"
- Oyunu gezdirecek misiniz?
Barış Gönenen: Elimizden geldiği kadar! 27 Mart'ta Atlas Sineması'ndayız. Sonra DasDas Bursa'ya gideceğiz. Oya şartlar şu anda çok zor. Herkes kamyonet ve mazot fiyatlarından bahsediyor. Şu an tiyatroda en pahalı şey bir oyunun Kadıköy'den Taksim'e geçmesi.. Oyuncuların toplam kaşesi kadar para veriliyor.
- Ağzım açık kaldı. Ne yapacağız biz böyle... Bir yanda sanat adı altında yapılan ve çok para harcanan niteliksiz işler, diğer tarafta zar zor ayakta kalmaya çalışan ama nitelikli işler...
Selen Uçer: Büyük bir uçurum oldu. Ama hala umudum var.
Barış Gönenen: Kesinlikle umut var.
"FARKLI OLDUĞUNU HİSSEDEREK BÜYÜMEK ZORDU"
- Anna’nın ki zor ama sizin büyüme sancılarınız nasıldı?
Selen Uçer: Herkesten farklı olmak büyürken yaratıcı insanların maalesef derdi oluyor. Benim en klasik hikayem; insanlar Star Wars izlerken ben Teyzem izliyordum. Ümit Ünal izleyip sonra beraber çalıştık. Bence anne ve babalarımızın içinde tuttuğu hikaye bir sonraki jenerasyonda çıkıyor. Annem de edebiyatta iyiydi. Emekliliğinde Kafka çevirisi yapıyordu. Tiyatro çok severdi, onun da hayaliymiş zaten. Ben oyuncu oldum. Tabii ki standart olandan farklı olmak zordu. Türkiye'de "Önce bir altın bileziğin olsun" cümlesiyle büyümek diye bir şey var.
Barış Gönenen: Benim büyüme sancım 20 röportaja fala sığmaz ama kısaca birilerinden farklı olduğunu hissederek büyümek çocuk olarak çok zordu. Oradan bir takım yaralar alarak büyüyorsun. Ama oyunun bağllamında bir cevap vermek gerekirse; insan belli bir yaşa gelince acılarım diyerek kurban şeklinde yaşamayı bırakıyor. Yani en azından ben bıraktım. Beni etkileyen şeylerden biri; aslında "Anne babalar çocuklarını her şarrta severler" cümlesi doğru değil. Çocuklar anne ve babalarını her şartta severler. Çünkü senin yargın yoktur. Büyüdüğünde de anneni ve babanı seni yaraladığı haliyle seversin. Oyunda da öyle... Ben çocukken hem ailem hem de sosyal çevremde çok zorlandım. Şimdi bu oyundan sonra hikayemi annemden dinlemek isterim. Öyle bir çocuğun annesi olarak o zaman ne hissetti, o neyle mücadele etti, ne yaşadı? Benim annem ve babam fabrika işçisi... Şimdi annemin hikayesini merak ediyorum. Bu oyun herhalde en çok hayatıma onu bıraktı.
Selen Uçer: Annelerimiz neler çekmiş... Annemi de oynadığım Renee karakterine benzetiyorum. Ben üniversite son sınıftayken annem geldi ve "Bırak Boğaziçi Üniversitesi'ni, git konservatuvarda oku" dedi. Öyle söyleyince "Hayır bitireceğim" dedim. Sonra annemin hastalığında hastanedeyken sordum. "Sen orada ben okulu bitireyim diye onu söyledin değil mi?" diye sordum. Lafı değiştirdi. Annem sonra hep destek oldu. Amerika'da burslu bir okula gittim ve destek verdi. Ama hiçbir şey söylemedi. Firuze Engin'le oyunda "Beni şaşırttın çok iyiydin" dedi. Bana söylediği son sözler bunlar oldu. Ama annem de dönüştü. Annemi kaybedeli 5 sene oldu.
- Selen, Erdem Tepegöz'ün yeni çektiği Çığ filminde rol alıyorsun. Seni ne olarak izleyeceğiz?
Selen Uçer: Tuncer Cücenoğlu'nun Çığ hikayesi ve Erdem Tepegöz'ün aklındaki bir hikayeyi birleştirerek Erdem Tepegöz ve Tuncer Cücenoğlu'nun kızı Gamze senaryolaştırmış. Distopik bir film. Ben orada Otacı, şifacıyı oynuyorum. Bir dağ köyünde zamansız gebe kalan bir kızın hikayesi. Oradaki toplum baskısı, kadının varolma mücadelesi...
- Barış Gündüz Apollon Gece Athena filminle Tokyo Film Festivali'ndeydin, nasıl geçti?
Barış Gönenen: Çok güzel geçti ve Tokyo havalıydı.
Selen Uçer: O sadece Barış'ın değil, benim de filmim. Ben Tokyo'ya gitmedim.
Barış Gönenen: Emine Yıldırım'ın ilk filmi Gündüz Apollon Gece Athena. Ezgi Çelik, Selen Uçer, Lale Mansur, Deniz Türkali, Gizem Bilgen, ben oynuyoruz. Antalya Side'de çektik. Tokyo'da Dünya Prömiyeri yaptık. 44. İstanbul Film Festivali'nde de "Yeni Bakışlar"da yarışacağız. Filmde ikimizde hayaleti oynuyoruz. 90'larda faili meçhule kurban gitmiş Kürt bir çocuğu oynuyorum.
Selen Uçer: Ben de kızıyla arasını düzeltmeye çalışan bir pavyon kadınıyım. Farklı bir Türkiye'den bağımsız sinema anlamı oldu bu film...
Barış Gönenen: Dünyadaki hikayeleri bitmediği için arafta kalanlar hikayelerini tamamlamaya çalışıyorlar. Tokyo Film Festivali'nin inanılmaz bir seyirci kitlesi var. Türkiye Sineması'nı çok iyi biliyorlar. Bir adam "Türkiye'yle ilgili hep karanlık, depresif ve kasaba bazlı işler gördük. Sizin film çok aydınlık. Hangisi gerçek Türkiye?" diye sordu.
Selen Uçer: Filmde o karanlık ve bildiğimiz taraf var. Aynı zamanda kadının başka bir konumu da var.
Barış Gönenen: Tam bir kadın filmi.
Selen Uçer: Bir yandan da yenilikçi bir kadın filmi. Okuyup okuyup Barış'ı arayıp "Ya bu senaryo çok iyi" dedim.
- Barış, neden senin yeteneğinde bir oyuncuyu ekranda, sinemada çok fazla görmüyoruz?
Barış Gönenen: Sektörün kapsayıcı bir sektör olmamasıyla ilgili. Bir oyuncu tipi var ve bir oyuncu dolabının içinde duruyorlar. Projeler ortaya çıkınca o dolap açılıyor ve sen o dolapta değilsin. Biz o dolapta değiliz. Sektörün normlarının dışındasın. Ayrıca yaptıklarının değil de, yapmadıklarının kariyerini belirleyeceğini düşünüyorum. Seçmediklerin belirleyecek. benim bir tiyatrocu olarak çok daha büyük bir hayalim var. O yüzden oyuncu olarak kendi değerimi kendim vermeye çalışıyorum. Kendi mesleğime, kendi kariyerime kendi gözlerimle bakıyorum. O nedenle kimsenin gözleriyle kendime bakmıyorum. Dolayısıyla orada bir şey var ve ben orayı zorlayıp onun bir parçası olmak istemiyorum. Eğer onun büyük bir parçası olmayacaksam orada olmamayı seçiyorum.
- Hayaliniz ne?
Barış Gönenen: Arkamı dönüp baktığımda gurur duyacağım bir kariyer yapmak istiyorum. Bunun için de elimden geleni yapıyorum. Yani bu şu demek, bir şeyleri feda ediyorum. Benim yaşımda, benim kariyerimdeki oyuncuların hepsi evini, arabasını aldı. Hayatımda hiç öyle para kazanmadım.
Selen Uçer: Ben de! Ama artık daha fazla insana ulaşmak istiyorum. Barış gibi bunu en iyi şekilde yapmak istiyorum. Şu an konuşamıyoruz ama umarım tekelleşme konusunu bir gün gerçekten konuşabiliriz.
- Tekelleşme her yerde var. Ama artık gözümün gördüğü şeyin gerçek olmasına ihtiyacım var. Sadece yakışıklı erkek göreceksem ona sosyal medyada bakmak istiyorum. Ama bir dramanın içinde gerçeklik ve performans izlemek istiyorum. Balık etli kadınların da hikayesini izlemek istiyorum...
Selen Uçer: Ben de ana akım komedi yaparak insanlara ulaşmak istiyorum. Hatta şu anda bir şey çalıştım ve Barış da onun süpervizörü. İçerikli ana akım komedi bu... Bu Ertem Eğilmez'lerin Atıf Yılmaz'ların yaptığı şey. Bu ülkenin ana damarı bu... Annem ve babamı arka arkaya kaybettim ve üç senedir bu hikayeye çalışıyorum. Bir kişinin sana inanmasını anlatıyor. Ve aslında bizlerin de kaderi buna bağlı değil mi? Mesela bir kişi bu işi yaparsa değişecek zaten her şey. Levent Kırca'nın yaptığı mizahı hatırlayın... Ne kadar içerikli bir mizah vardı. Ama bu taraf unutuldu. Hakiki bri şey istiyoruz. Sıkıştırıldık.
Barış Gönenen: Dünya bu kadar büyürken çapın bu kadar küçülmesi çok oksimoron bir şey. Bizim dünya olarak asal derdimiz alternatifsizlik. Bizim sıkıştığımız her şey bu! Bu kadar anti-depresanlar falan neden arttı biliyor musun? Artık büyük hayallerimiz yok bizim, insanlığa ait birlikte büyük hayaller kuramıyoruz. O yüzden kendimizden başka hiçbir şeyle meşgul değiliz. İnsan kendisiyle bu kadar meşgul olunca problemlerini görmeye başlıyor. Şimdi yalnızlık pandemisi diye bir tabir var. Bırak bir ülkeyle hayal kurmak, iki kişiyle ortak hayal kuramıyoruz şu an!