01.05.2020, 13:11

Saldırganlık sanal olunca meşru mudur?

Sosyal medya hesaplarımızın ve kullanım alışkanlığımızın neredeyse kimliğimizin bir parçası haline geldiği günümüzde hiç kuşkusuz en can sıkan yanı “dijital nezaketsizlikler” ve daha da tehlikeli boyutuyla “sanal zorbalık ve saldırganlıklar...”

Dijital nezaketsizlikleri bir sonraki yazıma bırakıp çok daha vahim boyuttaki saldırganlık kısmıyla başlamak istiyorum.

Dizilerin aktif olarak sosyal medyayı kullanmaya başladığı ilk yıllarda “total” hedef kitleli “Diğer Yarım” dizisinde “klavye saldırganlığı”nın ete kemiğe bürünür halini yaşamıştık. Hedef kitle bakımından, hele o yıllarda sosyal medya kullanımıyla pek bağdaşmayan şekilde sosyal medya fanları vardı dizinin… İçlerinde biri vardı ki, sadece kendisi sanal saldırganlığıyla kalmıyor, kitle de oluşturarak karakterler üzerinden oyuncu hesaplarına da sinkaflı saldırganlıklarda bulunuyordu. Genç olduğunu tahmin ettiğimiz bu kişinin verdiği rahatsızlık artmaya başlayınca hemen her “fan”ın kesinlikle üzerine atlayacağı bir kurguyla sanal bir oyun gerçekleştirdik; ödülü de set ziyaretiydi. Hepimiz gerçekten klavye arkasında adeta terör estiren ve bir güruhu da peşine takabilen bu kişiyle tanışmak ve bu saldırganlığın asıl nedenini öğrenmek istiyorduk. Ve tabii oyun istediğimiz sonucu verdi; o kişi de oyuna katılanlardan biriydi. Uzatmadan, kazananlardan biri olduğunu açıkladık; önce ben buluşacaktım. Duruma göre de sete götürecektim.

Minicik kız çocuğu canavar çıktı

Tüm o saldırgan tavrı gösterenin 14 yaşında, annesiyle gelmiş masum cici bir kız çocuğu olduğuna inanamamıştım! Bir yanlışlık olmaması bakımından hesabından gönderdiğimiz davetiyeyi göstermesini rica ettim. Delirecektim; gerçekten oydu! Kızını bana emanet etmek üzere getirmiş olan annesi de “Biz oyunu kazandığını söyleyince inanamadık; ağzı var dili yoktur. Böyle bir yarışmaya katılma cesareti gösterdiği için bile çok mutlu olduk. Çok sağ olun” dediğinde, vaktinde okumuş olduğum seri katillerin iç dünyasını anlatan kitaplardaki karakterleri hatırlayarak ürpermiştim. Kızla tek başımıza kaldığımızda biraz da pedagojik bilgiyle sanal dünyada neden bu kadar saldırgan davrandığını anlamak üzere sohbete başladım. Hep manevralarla ne zaman sete gideceğimizi, özellikle oyuncularımızdan, ki en çok saldırdıklarından biri oydu, Alican Albayrak’ın orada olup olmayacağını soruyordu; o kadar masumdu ki sorarken…

Sete gittiğimizde o gün setteki tüm oyuncu arkadaşlarımız, saldırgan tavrını da bildikleri için karşılarındaki masum kız çocuğunu gördüklerinde büyük bir şaşkınlıkla nedenini anlamaya çalıştılar ve hatta şakayla karışık sordular da… “Yahu bizde yazdıklarından karşılaşsak bizi doğrayacaksın sanıyorduk, sen çıtı pıtı kız çocuğu çıktın!” dediğinde biri; kızın gözlerindeki içimi ürperten zafer pırıltısını anlatamam! Teslim ederken, annesiyle baş başa bir an yaratıp durumu ve ciddiyetini anlattım; yazdıklarını paylaştım. Kızıp azarlamadan mutlaka bir psikolojik destek almalarının kız çocuğu için faydalı olabileceğini söyleyip gönderdim; sonrasında hemen adres ve kızın cep telefonu kapatıldı ve arkasında ne olduğunu bilmemekle birlikte, umarım uyarımı dinlemiştir annesi diye dua ettim.

Tabii her bir saldırganı bulmak, ona dokunabilmek, anlamaya çalışmak hele günümüzde hiç kolay değil. Bu konuda pek çok araştırma var ki özellikle benim de mezunu olduğum Anadolu Üniversitesi’nde kurulmuş olan Sosyal Medya ve Dijital Güvenlik Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi’ni (SODİGEM) takip etmenizi öneririm.

Klavye en azından ölüye saygı duysa

Geçen hafta yaşanan 2 ölüm ve birkaç da farklı olayla iyice insanlığın ötesine geçmiş bir durumda artık bu “sanal şiddet...” “Ölüm”e saygı duyan bir toplumun bireyleri olarak sevelim ya da sevmeyelim, evladını kaybetmiş bir anne olarak Ebru Şallı’ya, zorlu ve çok acılı bir hastalık süreci sonrası hayatını kaybetmiş Nur Yerlitaş’a acılarıyla alay ederek klavye silahlarıyla ölümü yok sayarak saldırabildiler. Kim bilir ne sebeple beğenmedikleri bir kadın oyuncuyu, Pınar Altuğ’u eşiyle vurabildiler. Bunu yapan kişinin tanınmamış olması da gerekmiyor; bir gönül hikayesi üzerinden yatak odalarını ifşa edebildiler… Korona ile ölümün hepimize eşit mesafede ders gibi durduğu bugün, hastalanmış ve kenara atılmış babası için İsveç’ten yardım çığlığı atan bir kız evladını sosyal medya üzerinden linç edebildiler… Neresinden tutsak elimizde kalacak yüzlerce insanlık dışı örnek var ve oradaki “sanal” şiddet gitgide artıyor; ama ne yazık ki kişiler üzerinde etkisi o kadar da “sanal” kalmıyor. Şiddet sanal olunca ne yazık ki meşru sayılmıyor!

RTÜK sanal şiddete mi baksa?

Madem insanlığımız empati yoksunluğuyla bu saldırganlığın önünü kesmeye yetmiyor; yine geçen haftalarda yaşadığımız bir örnek olayla bir önerim var: Açılımı “Radyo ve Televizyon Üst Kurulu” iken, yani aslında tanımlanmış hizmet alanı bile alakasızken “Biz böyle bir ahlaksızlığa izin vermeyiz!” açıklamasıyla insanların ücret ödeyerek dijitalde kapalı sistemde izledikleri platformlar üzerinden bile ahlak bekçiliğini savunan RTÜK gibi devlet kurumları var ise sosyal medya üzerinden bu denli hunharca, mesnetsiz ve öldürücü saldırıyı denetleyip “şiddet suçu” kapsamında ayıklayıp cezalandırabilecek bir kurumumuz neden olmasın? Bugün siyasi ve hoşa gitmeyen bir paylaşım yapıldığında anında kapımızda beliren siber suçların takip kapsamına bu sanal şiddet suçları neden dahil edilmesin?

Ceza evet ama eğitim şart!

“Ceza” hiç kuşkusuz bu kadar ayyuka çıkmış ve kanıksanmış bir toplumsal sapkınlıkta olmazsa olmaz ayak; ama yanı sıra mutlaka “eleştiri” ve “saldırı” arasındaki farkı yeniden öğretebilecek bir eğitim sürecine de başlamak gerekmez mi? Veya online psikolojik destek hatları mesela?

Günün sonunda iki önemli kavrama dayanıyor aslında temel: İncelik ve nezaket… Geçen haftalarda Dizi Doktoru yazarlarından, benim de neredeyse sektöre birlikte başladığım eski dostum Gözde İkinci’nin bu başlıktaki yazısını lütfen okuyun… Bir sonraki yazımda ben de en eğitimli, kibar, çoğu zaman “dost” dediklerimizden bile gördüğümüz, kabalığın ilk adımı, tüm bu sanal şiddetin de en temelinde duran “dijital nezaketsizliğe” değineceğim.

Hesabınız ve klavyeniz hep sevgide kalsın…

Yorumlar (0)