Senarist olmak fikri nasıl doğdu?
Senaryo yazmaya olan ilgimin nereden geldiğini sorduklarında vereceğim cevabı uzun uzun anlatmak yerine kısa cümlelerle anlatmak zorunda kaldığımda hep eksik kaldığını düşünürüm. Oysa soran kişiye uzun uzun anlatmak isterim. Mümkünse çocukluğuma inerek oralardan başlayarak, o gün üzerimde hangi kıyafetin olduğundan arkadan geçen kadına kadar tüm detaylarına kadar ince ince anlatmak isterim. Kendimi bildim bileli ışıkları yanan evlerin içine bakmayı severim. Özellikle ışığı sarı olan, sıcak evlere... Kalabalık ve mümkünse kedili evleri... Hemen o evle ilgili hayallere dalar, içinde yaşayanları kafamda kurgular, evin aura'sını mutlulukla harmanlayıp evin kendine has kokusuna kadar kafamda kurgularım. Birazdan kapı zilinin çalacağını hayal ederim mesela. İşten dönen baba, ocaktaki yemeği el çabukluğuyla masaya koyup kocasını karşılayan mutlu eş, kapı zili ile odalarından babalarına koşan çocuklara kadar bütün detayları düşünürüm. İşten dönen babanın ellerini yıkarken kuracağı cümleye kadar hepsini hayal ederim. Günün yorgunluğunu, el çabukluğuyla ocağının üzerindeki tencerenin kapağını açtığında yüzüne vuran buharın aldığını, tencerenin içindeki zeytinyağlıdan masadaki sürahinin buğusuna kadar hepsi canlanır gözümde.
Evlerin sarı ışıklarıyla mutlu olan ben içinde bir sürü karakter, bir sürü hikaye barındıran evleri, hayal dünyamın odalarıyla süslerim. O evleri kitaplara benzetir içten içe daha da meraklanırım. İşte bu yüzden evlerin içi oldum olası heyecanlandırıp mutlu eder beni.
Sonra yoldan geçen insanları seyretmeyi severim. Yoldan geçenler hakkında kafamda tahminler yürütür, iç seslerini duyar, gittiği, gideceği, döndüğü yere kadar her ayrıntıyı hayal ederim. Elindeki fileden ve hızlı adımlarla yürümesini; evde yemeği olmadığına, ocağa yemek koymanın telaşına yorarım. Kadının saçını inci tokayla tutturmasından evinde dantel sevdiğini, muhtemelen koltuklarının üzerine zarif örtüler serdiğini bilirim. Duvarda asılı duran saatinden, çıkarken ev havalansın diye aralık bıraktığı penceresinden uçuşan tülüne, perdesine kadar hepsi canlanır gözümde. O zarif kadının elbise dolabındaki naftalin ve sabun kokusu ta burnuma kadar gelir. Kolonyada limon yerine en çok lavanta tercih ettiğini bilirim mesela. Başka bir kadının aheste aheste yürümesinden evine gitmeye can atamadığını, evde bekleyen ya da onu heyecanlandıran birileri olmadığını olsa bile acele etmemesinden evde onu kimsenin anlamadığını, yorulduğunu düşünürüm.
Sonra market alışveriş arabalarını incelemeyi severim. Alınan, tercih edilen ürünlerden karakter tahlili yapmayı severim. Alışveriş arabasını ağzına kadar gelişi güzel tıka basa dolduranla özenle alışveriş yapanı bir tutmam mesela. Seçtiği şaraptan akşama misafir davet ettiğini düşünür, aldığı malzemelerden yapacağı yemeğin tarifini, masa düzeninden katlayıp koyduğu peçeteye kadar gözümde canlandırırım.
Antikacıları, eskici dükkanlarını dolaşmayı da severim. Aldığım kahve fincanında daha önce kaç kişinin kahve içip ne sırlar paylaştığını hayal ederim. Hikayesi olan eşyaları biriktirmeyi severim mesela. Ya da kafamda o obje ile ilgili naif bir hikaye uydurur, ona inanmayı seçerim. Daha bunun gibi sevdiğim birçok şeyi sıralayabilirim. Her an, her yerde bir karakter yaratıp, hikaye kurmak çocukluğumda el yordamıyla bulduğum küçük bir oyundan senaryo yazarlığına dönüşen yolculuğum ta çocukluğuma dayanır.
Mesele bir sarı ışık görmek değil, o sarı ışığın içine birçok karakter ve hayatlar koyabilmektir.