Sivrisinekler biyometrik tiyatro deneyimi yaşatıyor
“Sivrisinekler Türkiye’de sahneleniyor” haberini okuduğumdan beri bekliyorum oyunu. Çünkü Lucy Kirkwood'un yazdığı ve Hadron Çarpıştırıcısı üzerinden iki kardeşin çarpışmasını anlattığı oyun İngiltere’de çok ses getirmiş, hatta Olivia Williams ve Olivia Colman’ın performansı beğeni bombardımanına tutulmuştu. Olivia Colman benim için özel bir oyuncudur, o nedenle onun oyunda canlandırdığı Jenny karakterini Türkiye’de kimin oynayacağı da mecburen önemli oldu benim için… Senan Kara’yı öğrendiğimden beri de yüzümde bir gülümseme var. Çünkü kendi sınırlarını zorlama konusunda iştahlı bir oyuncu Senan. Aylardır “Oyun ne zaman çıkacak?” diye soruyorum. Yazdan beri aldığım cevap “Kasım ayında.” Sonunda kasım ayı geldi ve ben oyunun dördüncü gününe gidebildim.
TÜRKİYE’YE UZAKSINIZ
Müze Gazhane’deki Şehir Tiyatroları Sahnesi’nin önünde yağmurda bekliyoruz. Az sonra kapı açılacak ve biz bilim insanlarının hayatına ışınlanacağız. Daire şeklinde bir sahne (Meydan sahne) ve etrafında sandalyeler…İçeride maksimum 80 kişiyiz. Yere yansıyan ışıklar, müzik ve sahnenin ortasında duran bir pilates topu var. Atmosfer size İngiltere’de bir oyun izlemeye geldiğinizi hissettiriyor. Yani Türkiye’ye o kadar uzaksınız… Sonra sahneye Alice (Yeliz Gerçek) ve Jenny (Senan Kara) geliyor. Jenny hamile ama internetten öğrendiği bilgilere dayanarak ultrasonun rahim için zararlı olduğuna inanıyor ve o nedenle bebeğin cinsiyetini, sağlık durumunu bilmiyor, öğrenmiyor, öğrenmek istemiyor. Babası, annesi, kardeşi bilim insanı olmasına rağmen o bilimi reddediyor. Alice ise daha ilk sahneden az sonra izleyeceğimiz hikayenin akıllısının, haliyle patronunun kendisi olduğunu ilan ediyor. İşte o anda isimler size İngiliz kalsa bile Türkiye’de olduğunuzu anlıyorsunuz.
AİLESİNDEN İNTİKAM ALDIĞINA İNANIYOR
Sahne bittiği anda oyuncularla birlikte ekip oyuna dahil oluyor ve dekor değişiyor. Ve biz İngiltere’den İsviçre’ye ışınlanıyoruz, Alice’in evindeyiz. Alice, Cenevre'de yaşıyor, 11 yıl boyunca Büyük Hadron Çarpıştırıcısı üzerinde çalışan bir fizikçi, Luke adında bir oğlu var. Yıllar önce evi terk eden kocası onlar için tam bir kara delik. Luke bir ergen ve bize oyun boyunca ergenliğin 50 tonunu yansıtıyor. Oyun bir doğum heyecanıyla başlasa da; ikinci sahneden hevesimizi kursağımızda bırakıyor ve bizi ölümün soğuk yüzüyle tanıştırıyor. 11 yıldır hamile kalmaya çalışan ve sonunda kalan Jenny, bu defa da aşı karşıtı olduğu için kızına MMR aşısını yaptırmıyor ve kızı ölüyor. Ne büyük aptallık değil mi? Evet siz de tıpkı Alice, Luke ve annesi Karen gibi oyun boyunca ona aptal diyorsunuz, “APTAL.” Bir insan bilim çağında, üstelik tüm ailesi bilim insanıyken nasıl olur da, Dr. Google’a hatta astrolojiye bile ailesinden daha çok güvenir? İşte oyun bizi bu sorunun cevabını bulduğumuz bir yolculuğa çıkarıyor. Çünkü bilim için yok sayılan Jenny, bilimi reddederek ailesinden intikam aldığına inanıyor. En büyük zararı kendine verdiğinin farkında bile olmadan…
YOK OLUŞA GÖTÜRÜYOR
Yönetmen Ali Gökmen Altuğ oyun için hazırlanan broşürde yazdığı yazıya attığı “İki protonun çarpışması mı daha güçlüdür yoksa iki kız kardeşin çarpışması mı?” başlığıyla aslında size bir yönlendirme yapıyor ve devamını merak ettiriyor. Tıpkı biz gazetecilerin ilgi çekici bir başlık atıp yazıyı okutmak ve asıl derinliği o zaman sunmamız gibi Altuğ da bunu yapıyor. İki kardeşi çarpıştırırken bizi dünyanın yok oluşuna, aşı karşıtlığına, bilimin çaresiz kaldığı anlara, hastalığa, hırsa, erkek egemen dünyaya, basın özgürlüğüne, sevgisizliğe, ergen zorbalığına, kıskançlığa, hasete, intikama, heyecana, yasa, Alzheimer’a, Nobel’e, yok oluşa, daha da yok oluşa götürüyor. Asla umut vermiyor ama zorda kaldığınız anlarda umut sizin içinizden mecburen çıkıyor.
JENNY AİLESİNİN SANDIĞI KADAR APTAL DEĞİL
Sahne değişiyor, dünyanın yok oluş teorisi devreye giriyor, sahne değişiyor Jenny’de bizim gibi aptal bir umuda tutunuyor, sahne değişiyor Alice çaresiz kalıyor, sahne değişiyor Karen Nobel ödülünü kendisinin alması gerektiğini kadın olduğu için geride kaldığını ve kocasının aldığını haykırıyor. Sahne değişmeden altına işiyor ve yaşlılığın, hastalığın acımasız yüzüyle hep birlikte tanışıyoruz. Jenny annesi utanmasın diye tüm pisliği temizliyor. Sahne değişiyor Luke hata yapıyor, Jenny onu korumak için onun suçuna ortak oluyor. Sahne değişiyor, Jenny Alice’ten onun en önemli gününde yanında kalmasını istiyor, bencillikle suçlanıyor. Sahne değişiyor, Jenny katil olmakla suçlanıyor, sahne değişiyor Jenny aptal olmakla suçlanıyor. Kendini tamamen aptallığa adamış olarak tanımlanmasına ve hiçbir şey umurunda değilmiş gibi davranmasına rağmen demansı başlayan annesine bakan da, yeğenini anlayan da, tüm suçların sorumluluğunu alan da Jenny. Aslında oyuncular ve yönetmen bizi 2 saat boyunca Jenny’nin aptalın tam tersi olduğunu kanıtlamak için bizi o koltuklarda oturtuyor. Jenny ailesinin sandığı kadar aptal değil!
ZAMANIN NASIL GEÇTİĞİNİ ANLAMIYORSUNUZ
Zamanımın çok önemli olduğuna takmış durumdayım. 120 dakika bir sandalyeye oturuyorsam çıkışta ruhumda bir doymuşluk olmasını istiyorum. Ve maalesef son zamanlarda çok sıkılıyorum. Fakat Sivrisinekler’de yönetmen Ali Gökmen Altuğ öyle bir reji yapmış ki, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Dünyanın nasıl yok olacağını izlerken öyle bir ritim var ki, gözünüzü kırpmanıza bile izin vermiyor. Meydan sahne sizi oyuncularla o kadar iç içe bir hale getiriyor ki, bir süre sonra siz de o sahnede onların yanında sessiz birer oyuncu gibi hissediyorsunuz. Ve dar alanda kısa paslaşmaların tam ortasında kalıyorsunuz. "In Your Face" tiyatro örneğinden sanki biraz daha fazlası bu izlediğimiz... Adeta biyometrik tiyatro deneyimi yaşatıyor size Altuğ. Işık oyunun önemli başrollerinden biri. Cem Yılmazer bizi o bilim dünyasının yakıcı ve dondurucu atmosferine götürüyor.
UMURSAMAZLIKLA UMARSIZLIK ARASINDA
Yeliz Gerçek Alice’i, Senan Kara Jenny’i, Ayşin Atav Karen’i, Volkan Öztürk Luke’u, Ahhan Şener Henri’yi, Özgür Dereli Bozon’u, Pınar Demiral Natalie’yi, Pınar Pamuk muhabiri, Ümran İnceoğlu kadın polisi canlandırıyor. Ve her biri gerçeklik ve sahtelik arasında paslaşıp doğruluk sınavına sokuyor seyirciyi. Başta da söyledim, Olivia Colman’ın canlandırdığı Jenny rolünü çok merak ediyordum. Senan Kara, Jenny’i umursamazlıkla umarsızlık arasındaki bir çizgide adeta bir cambaz gibi oynuyor. Bazen havada asılı ipte ustaca giderken, bazen de bile isteye aşağıya bakıp düşüşün dayanılmaz hazzını da gösteriyor. Jenny duygularını göstermekten kaçınan biri, o nedenle gözünün ucunda yaşı indirmeden duygudan duyguya geçiyor Senan Kara… Sizi de boğazınızda bir yumruyla bırakıp peşinden sürüklüyor.
EN BÜYÜK GÜÇ SEVGİ DEĞİL
2 saatin nasıl geçtiğini anlamadığımı itiraf ediyorum. Oyun bitince yerimde bir süre daha kaldım. Ruhum doymuş, aklımda ise Karen'in oyunun finaline doğru söylediği bir cümle vardı: “Herkes evrendeki en büyük gücün sevgi olduğunu sanıyor ama değil! Evrendeki en büyük güç ‘Güçlü Nükleer Kuvvet’tir. Sevgi aslında güç bile sayılmaz. Bizim kaosta hayatta kalmamızı sağlamak için uydurduğumuz bir şey…” Oyunun yazarı da sevginin gücüne inanmaktan vazgeçmemiş olacak ki, oyun bize umut vaat ederek bitti. Belki uydurulmuştu, belki saçmaydı, belki de aptallıktı ama ben de yönetmen ve oyncular gibi evrendeki en büyük gücün sevgi olduğuna inanarak ayrıldım Sivrisinekler’den…