Türkiye her işin son dakikada, en hızlı şekilde halledildiği ülkelerin başında gelir. Her şey son ana kalır ama mutlaka halledilir. Tabii ki bu son dakikacılıktan televizyonda nasibini alır. Bu ülkede çok hızlı onaylanan ve hemen sete çıkılan o kadar çok iş izledik ki... Hatta iki hafta önce röportaj yaptığım Birol Güven efsane dizisi Çocuklar Duymasın’ın toplamda bir haftada sete çıktığını söyledi. Düşünün, bir haftada Türk televizyon tarihinin en efsane sit-com’u ortaya çıktı. Bunun gibi onlarca, hatta yüzlerce örnek verebilirim.
Dijital in, TV out!
Şimdi ben niye bu konuya girdim? Son birkaç yıldır ama yoğun olarak bir yıldır Türk televizyonlarının can çekiştiğini ve ölmek üzere olduğunu tartışıyoruz. Hatta ülkeye giriş yapan dijital platformların televizyonculuğu demodeleştirdiğini de uzunca bir zamandır konuşuyoruz. Anlayacağınız, son birkaç yıldır dijital platformlar in, Türk televizyonları out!
Durum bu noktadayken, 31 Aralık’ta Çin’in Vuhan kentinden bir haber geldi. Zatürreye benzeyen semptomlar gösteren 41 vaka olduğu ama bunun zatürre değil bir virüs olduğunu bildirildi. Ertesi gün, ABD Hastalık Koruma ve Korunma Merkezi virüsün deniz ürünleri pazarından olabileceğini söyledi ve pazar kapatıldı. İki gün sonra Vuhan’a gelen ve giden yolculara havaalanlarında sağlık kontrolleri uygulanmaya başlandı. 5 Ocak’ta Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Çin’e seyahatleri durdurmaya gerek olmadığını açıkladı. 7 Ocak’ta da virüsün adı koyuldu.
Virüsün dünya turunu izledik
Virüsün adı Covid-19’du. Adı havalıydı ama kendi zalimdi. 11 Ocak’ta ilk canı aldı, ardından da durmak bilmedi. Belli ki canı çok sıkılıyordu, aylarca sürecek bir dünya turuna çıktı. Biz de bütün Türk televizyon kanallarından bu virüsün her gün hangi ülkelere girdiğini gezi programı izler gibi, kaç can aldığını da Fenerbahçe-Galatasaray derbisi izler gibi izledik. Skorların peşine düştük, hayatımıza devam ettik. 2.5 aylık süreçte haber kanalları bir masa iki sandalyeli programlarına, ana kanallarımız ise haber önünü gelin, kaynana, suçlu yakalama programlarına, haber ardını da yıllardır olduğu gibi dizilere emanet ederek “rutin” hayatına devam etti.
Ekranları tekrara boğdular
Tarih 11 Mart 2020. Sağlık Bakanı ilk Covid-19 vakasını açıklamak için televizyona çıktı. Dikkatinizi çekerim, dijital platform demedim, herkesin evinde olan ve evinin bir ferdi haline gelen ekrandan vakayı açıkladı ve durumun ciddiyetini anlattı. Yaklaşık iki gün sonra hayat yarı-karantinaya dönüşmeye başladı. Çoğu kanal çalışanlarına evden çalışma izni verdi. Kanalların elinde stok dizi, program ya da acil durum için hazırlanmış hiçbir içerik olmadığı için onlar evlerine kapanırken, dizi setlerini devam ettirmeyi seçtiler. Kamuoyu baskısı onun da önüne geçti ve nihayet setler durdu. Elde avuçta yeni içerik kalmayınca da bir kanal hariç, diğer kanallar ekranları tekrarlara boğdular. Bir de adına nostalji dediler ve özlediğimizi söylediğimiz duyguların anlatıldığı eski arşivlerini tekrar görücüye çıkardılar. Bu tekrarlar TV’yi kurtarır mı?
Yeni içerik giriyor
Peki, ne oldu? Hüsran! Peki, bu yarışın kazananı kim oldu? TV 8. Çünkü Survivor devam ediyor. Yeni içerik giriyor. Yıllardır aldığı ve zor günler için sakladığı filmleri, içerikleri devreye sokuyor. Hoş yeterli mi? Bence değil ama işte yoklukta gideri var.
45 gündür evdeyiz ve televizyonu en çok izleyeceğimiz süreçteydik. Dijital platformlardaki yeni içerikleri de izleyip bitirdik. Televizyon öldü mü tartışmalarına bu süreçte canlanarak cevap verebilirdi. Ama tarihi fırsat bir kez daha kaçırıldı. İşte insan bu duruma bakınca düşünmeden edemiyor? Bir haftada sit-com’undan dramasına, formatından TV filmine onlarca iş yapmış kanallar ve yapımcılar neden Covid-19 dünya turuna çıktığında acil durum planı yapmadılar?