dizidoktoru.com geçen hafta birinci ayını doldurdu. Çok kısa zaman da pek çok insanın dikkatini ve ilgisini çekmeyi başardı. Birbirinden değerli yazarları ve Oya Doğan hanımefendiyi bu başarılarından dolayı öncelikle tebrik etmek istiyorum. Güncelliğinin yanı sıra, yazarlarının okuyuculara aktardığı bilgilerle online ansiklopedi olma yolunda adım adım ilerlediğini düşünüyorum.
Pek çoğu kendi alanlarında marka olmuş isimlerle aynı platformda olmak sanırım eşimin bana daha saygı duymasını sağladı. Dün akşam yazımı yazarken, bana Türk kahvesi getirerek, “Dinlen istersen biraz” dedi. Sarılıp ağlamaya başladık. Elbette bu bir şaka.
Yazılarım ilk onun süzgecinden geçiyor, birlikte yazıyoruz diyebilirim. Kendisi de bir tiyatro sanatçısı olduğundan, durum değerlendirmesi ve eleştirisi benim için çok kıymetli ve önemli.
dizidoktoru.com’un bilinmeyen gizli kahramanlarından biri de, tanınmamız için gerek kulaktan kulağa fısıltıları, gerek sosyal ağlarını kullanarak destek veren, katkı sağlayan tüm genç arkadaşlarım!
Sizlere şahsım adına şükranlarımı sunuyorum, yazılarımın altına yaptığınız yorumları, eleştirileri dikkatle takip ediyorum, iyi ki varsınız.
Bu hafta sizlerle alıştığınız yazılarımdan farklı bir şey paylaşmak istiyorum.
‘Ay’da bir, bu konuya sadık kalacağım.
Konunun ehemmiyeti gereği bazı kaynaklardan bilgiler paylaşırken diğer yandan naçizane yirmi yıllık mesleğimden bahsedeceğim.
Sizlerle paylaşacağım gözlemler dizi setlerine çıkabilmek ile yanıp tutuşan insanların ilgisini çekmeyebilir, bu da benim için kabullenilebilir bir durum.
Dizi setine çıkmanın da dışarıdan bakıldığı kadar kolay olmadığını, nelere dikkat edilmesi gerektiğini sevgili Gözde İkinci her hafta köşesinde ayrıntıları ile zaten anlatıyor.
Ben size bir ülkenin çağdaşlık seviyesini belirleyen bir sanattan bahsetmek istiyorum. Kökleri milattan öncesinde olmasına rağmen, her dönem kendini yenileyebilen, güncel bir sanat.
Kendisini hor görenlere, sansürleyenlere, imparatorlara, krallara, kraliçelere, düklere “Yüzün çarpıksa aynayı suçlama” diyecek kadar açık sözlü ve eleştirel bir sanat!
“TİYATRO”dan bahsetmek istiyorum.
Hemen durumun önemliliğini belirtmek için bir örnek vererek başlayayım.
Yer: Almanya Tarih: İkinci Dünya savaşı
Savaş sonrası Almanya’nın fotoğrafına bakıldığında, ülke fiziki olarak yerle bir olmuş, ekonomi çökmüş, sanayi durmuştur.
Böyle ahvalde olan bir ülkenin toparlanması, yeniden ayağa kalkması mümkün görünmeyebilir. Fakat Almanya inanılmaz olanı kısa sürede başarır, yaralarını sarar, eskisinden daha güçlü ve donanımlı bir şekilde ayağa kalkar.
O dönem dünya basını bu durumu “Alman Mucizesi” diye adlandırarak manşetlerine taşırlar. Bu başarı hikayesini Alman şansölye Konrad Adenauer’e sorduklarında cevap kısa ve nettir. “Tiyatro” der şansölye. “Savaş bitiminde ilk işimiz yıkılan tiyatro ve opera binalarını yeniden inşa etmek oldu” yanıtını verir.
Bu durum bir ülkenin ekonomik kalkınmasının öncelikle kültürel kalkınmadan başladığının yanıtı ve kanıtı olsa gerek.
Benzer durum İngiltere, Fransa, Avusturya gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkmış diğer ülkeler için de geçerlidir.
Savaş bitiminde bu devletler, hasar görmüş olan tiyatro ve opera binalarını yenilemeyi öncelikli görerek, sanatın yenileyici ve geliştirici gücünü devlet politikası haline getirmişlerdir.
Dünyanın pek çok yerinde tiyatro salonları, birer işletme, ticarethane olarak değil kamu hizmeti yapan bir okul olarak görülmektedir.
Çünkü tiyatro; insanı çok yakından tanır, sorunlar üzerinde düşünmeyi, nesnel yaklaşımı ve yargılamayı öğretir.
Toplum duyarlılığını arttırır.
Toplumunu bilinçlendirir.
Ulusal kimliği pekiştirir.
Estetik algılamayı geliştirir.
Tüm bu ve bunun gibi daha pek çok ögeyi içinde barındırdığından, tiyatronun bir okul olarak görülmesi zaten kaçınılmazdır.
Sevgili Yıldız Kenter’in dersimizde söylediği bir söz kazınmıştır aklıma...
“Tiyatro; çok kızdığınız, çok gücendiğiniz, asla affetmem dediğiniz bir kişiyi affettirebilir. Çünkü sizi empati yapmaya zorlar. Bunu hiçbir zaman unutmayın. Koşulları unutmayın canikolarım…”
Işıklar içerisinde uyusun...
Kendisinin tiyatronun güneşi olduğunu düşünüyorum. Alıştığınız yazılarımdan birisinde mutlaka kendisine daha uzun bir şekilde değineceğim.
Şanslıyız ki, bu topraklar Cüneyt Gökçer'leri, Özdemir Nutku'ları, Ergin Orbey'leri, Zeliha Berksoy'ları, Mehmet Birkiye'leri, Suat Özturna'ları ve sayamadığım daha pek çok öğretmeni, aydını yetiştirmiştir.
Pek çok kimseye bu isimler belki tanıdık gelmeyebilir, sosyal ağlarda milyonlarca takipçiye ulaşmamış olabilirler. Bu durum sizleri yanıltmasın!
Onlar sizin haberiniz olmadan sizinle buluşmuşlar, tanışmışlar ve dileyeninizi aydınlatmışlardır.
‘Ay’da bir görüşmek üzere, sevgiyle...
BZ 5 Yıl Önce
Çok güzel yazmissiniz:)
Edanur 5 Yıl Önce
Çok güzel abi yine okurken öğrendik bilgilendik eline yüreğine sağlık.
Reyhan Kolaç 5 Yıl Önce
Abi ellerine kalemine gönlüne yüreğine sağlık ❤️
Nâzım Hikmet 5 Yıl Önce
Söylediğiniz tüm isimleri yeni duydum ancak ne demişler bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp. Her hafta bana bir şeyler katıyorsunuz. Size minnettarım
Mukaddes(burclife) 5 Yıl Önce
Yine yeniden harika bir makale pazar günleri heyecanla bekliyoruz artık.
Sümeyye E. 5 Yıl Önce
Açıkçası birçok arkadaşım okumuyor okumaya eriniyor(bende).. Buna rağmen biz her pazarı iple çekiyoruz..ne yapıp edip o yazılarınızı bize okutuyorsunuz size sonsuz teşekkürler ❤️ iyi ki varsın Hakan Yufkacıgil
Ece 5 Yıl Önce
Efsanesiniz gerçekten
ÖMER YÜRÜKÇE 5 Yıl Önce
Tebrikler güzel bir yazı.