Televizyonda izlediğiniz yarışmaların çoğu yabancı birer format. Yani yabancı şirketler ya da kreatifler tarafından geliştirilmiş, ana unsurları belirlenmiş kalıplar. Formatı oluşturan ana unsurlar için de kabaca yarışmanın içeriğine, stüdyosuna, dekor dizaynına, görsellere, ödül stratejisine, kullanılacak yazılımdan sunucunun özelliklerine kadar belirlenmiş yazılı yol gösterici kurallar diyebiliriz. Yarışma formatlarını tabii ki lokal özellik ve taleplere göre esnetmek bir ölçüye kadar mümkün. Ama format anayasasına (bible) mutlaka sadık kalmak gerekiyor.
Öncelikle yapımcı şirket ya da TV kanalının, bizde bilinen isimleriyle Var Mısın Yok Musun, O Ses Türkiye, Yaparsın Aşkım, Kim Milyoner Olmak İster vs. gibi yarışma formatlarını, format haklarını bünyesinde bulunduran şirketten (yaratıcı ya da dağıtımcı şirket) belirli sınırlar içinde yapım ve TV’de yayın yetkisini satın alması; yani LİSANSLAMASI gerekiyor. Bu lisans yapımcıda da, yayıncıda da olabilir. Yayıncının (kanalın) format lisansını alması durumunda dilediği yapımcıya işi yaptırma şansı var. Genellikle lisanlamalar da 1 yıldan az olmuyor ve yurt dışı menşeili büyük format şirketleri herhangi bir TV kanalına iş satılmadan ya da henüz satılmasa dahi ilk sezon lisans bedelini almadan lisans vermeye çok sıcak bakmıyorlar. Büyük yapımcılar burada biraz daha şanslı, zira “opsiyonlamak” tabir edilen seçenekle formatı lisanlamadan çok daha düşük bir bedel karşılığında belirli bir süre TV kanallarına “tek yetkili” sıfatıyla satış ve yapım yetkisini alabiliyorlar. Tabii bunun için tarafların birbirini karşılıklı tanıyor olması gerekiyor.
Hızlı davranan yapımcı başarılı olur
Lisans bedeli de ya bölüm başı ödenen fiks bir meblağ, ya da genellikle yarışma yapım bütçesinin %6-12’si arasında değişen bir oranla belirlenen tutar. Format dünyada ne kadar başarılı, ne kadar fazla ülkede yayınlanıyor ise lisans ücreti ya da oranı da o kadar artıyor.
Burada asıl can alıcı konu, potansiyeli yüksek yeni formatların yapımcılar ya da dağıtımcılar tarafından ERKENDEN KEŞFEDİLMESİ. Bunun için de yine format şirketleri ile yıllara dayalı işbirlikleri olan yapımcılar (Acun Medya gibi) şanslı. Her yıl yüzlerce yeni TV formatı görücüye çıkıyor ve yurt dışı fuarlarda alıcı bekliyor. Tabii fuara çıkmadan yapılan özel satış etkinlikleri de mevcut ama bunlar yine büyük yapımcı ve lisansör şirketler arasında gerçekleşiyor.
Örneğin Hollandalı TALPA şirketine ait “The Voice” formatının (O Ses Türkiye ismiyle yıllardır yayınlanan format) piyasa çıktığı ilk sene formatı lisanslayabilmek için uzun yıllar CEO’luğunu üstlendiğim yurt dışı menşeili yapım şirketini ikna etmek için çok uğraşmıştık ancak para konusunda ikna edici olamadığımızdan alma imkanını yakalayamamıştık. Erken ve hızlı davranan, formattaki potansiyeli görebilen yapımcı mutlaka başarılı olur. TV kanalları da dediğim gibi bu formatların peşinde.
Bu konuda en büyük engel TV kanallarının denenmemiş ve ülkemizde yayınlanmamış formatları sipariş edebilme cesaretini göstermekte çok cimri davranıyor olması. Risk almaktan imtina eden bu anlayış birçok fırsatı da aslında kaçırıyor. O yüzden ki TV8’in de sahibi konumunda olan Acun Medya, lisansladığı formatları rahatlıkla kendi kanalında yayınlayabiliyor. Hatta ben şahsen Acun Ilıcalı’nın zamanında kanalı bu yüzden satın aldığını bile düşünüyorum.
TV yaşayan bir varlıktır
Bir başka örnek de MasterChef. MasterChef formatını (dünyada en yaygın ve en başarılı yarışma formatıdır) lisansı çalıştığım yabancı format ve yapım şirketine aitken yıllarca Türk TV kanallarına satmakta başarı gösteremedik. TV kanalları yüzüne dahi bakmadı. Bugün gelinen noktada sonuç ortada...
Ezcümle; televizyon yaşayan bir varlıktır. Yarışma formatlarının ekonomisi dizilerden daha farklı ama daha garantilidir. Yeni işlere, yeni fikirlere açık olup şans vermek gerekiyor. Hele ki hepimizin önünde dünyada benzeri olmayan bir örnek varken...
Söylemesi bizden...