1844 yılının 15 Ekim günü bir erkek bebek dünyaya gelir. Henüz 5 yaşındayken çok sevdiği babasını kaybeder. Bu büyük kaybın ardından başı bir türlü sıkıntıdan kurtulmaz. Annesi ve kız kardeşiyle yaşadığı anlaşmazlıklar ve ardından kopuşlar onu yalnızlığa sürükler. Sevdiği kadının evlenme teklifini reddetmesi ile büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Kariyeri çok da istediği gibi gitmez, kitapları satmaz. Kaygıları, paranoyaları ve korkuları günden güne artar. Yaşadığı zihinsel çöküş bedensel çöküşü de beraberinde getirir. 51 yaşında henüz daha genç diyebileceğimiz bir yaşta hayata gözlerini yumar.
Bahsettiğim kişi felsefe dünyasının çileli ruhu olarak anılan Frederick Nietszche’nin ta kendisi. Böyle bir yaşamın içinden seslenen felsefesine baktığımızda ise şaşırtıcı bir şekilde inanılmaz bir umut fışkırır. O, yaşadığı hayatın saçmalığının içinde melankoliye alternatif bir tavır takınmayı seçer. “Beni öldürmeyen şey güçlendirir” söylemi de işte bu takındığı tavırdan doğar.
“Amor Fati” kaderini sevmek
Latince insanın kaderine duyduğu aşk anlamına gelir. Nietszche, felsefesinin merkezine “Amor Fati” düşüncesini koyar. Kaderi sevmek onun tanımıyla insanın başına geleni ona acı verse de kabul etmesine karşılık gelir. Bunu ilk duyduğumda felsefe 3’üncü sınıftaydım. Önceleri pasif bir kadercilik olduğunu düşünmüştüm. Bir şeyin acı verirken, aynı zamanda sevilebilmesi çok mazoşistçe değil mi diye de sorgulamıştım. Nietszche’nin aslında söylemek istediğini öğrenince kaderini sev mottosunun çok rahatlatıcı ve mazoşizmin tam tersine kendini sevmekle ne kadar bağlantılı olduğunu keşfettim.
Bize ait olanlarla ne yapıyoruz?
Başımıza gelen olaylar karşısında değiştirme gücümüz olmadığında ya da kontrolümüz dışında gelişen durumlarla karşılaştığımızda onları usulca kabul etmekten bahsediyor Nietszche. Başa gelenlerle savaşmak ve isyan etmek yerine var olanın ötesinde daha engin bahçelerin saklı olduğuna inanmaktan... Seçemediklerimizin karşına seçebildiklerimizi koymaktan ve eyleme geçmekten... Bu yönüyle varlığımızın ve yaşamımızın değeri, içinde bulunduğumuz durumlara, sahip olduklarımıza karşı tavırda gizli oluyor. Bize ait olanlarla ne yapıyoruz? Kendimize ve yaşamımıza nasıl yaklaşıyoruz?
“İnsanın en büyük çılgınlığı elinde olduklarıyla ne yapacağına kafa yormadan pişman olmayı tercih etmesidir” diyen Nietszche, gerçekten çok can alıcı bir noktaya parmak basmıyor mu?