“Bir ülkeyi en iyi nasıl tanıtırsınız?” diye sorsalar hiç düşünmeden “Sanat festivaliyle” cevabını veririm. Çünkü siz o ülkenin sanatıyla geçmişini, yaralarını, sorunlarını, kültürünü, müziğini, dansını, yemeğini, havasını ve denizini aynı anda anlatabilirsiniz. Mustafa Avkıran ve Övül Avkıran da benim gibi düşünmüş olacaklar ki, dünyada deniz, güneş ve eğlencenin en önemli merkezlerinden biri olan Bodrum’da uluslararası bir tiyatro festivali yapıyorlar. “Başka bir Bodrum mümkün” diyen ikili tiyatroyu, edebiyatı, müziği, dansı, denizi ve güneşi eğlenceyle birleştirip 1. Uluslararası Bodrum Tiyatro Festivali’ni hazırladılar. 3-16 Kasım tarihleri arasında devam eden festival cuma akşamı İzmir Büyükşehir Şehir Tiyatroları’nın Deli Dumrul oyunuyla açıldı. Festivalin sahne sponsorunda son anda yaşanan teknik bir arıza nedeniyle bazı oyunlar diğer aylara ertelendi. Böylece festival aslında 13 günden birkaç aya uzamış oldu.
STS teknesinde gerçekleşen, Jehan Barbur ve Özkan Demir’İn ev sahipliği yaptığı Mavi Sürgün etkinliği ise muazzam bir deneyimdi. Halikarnas Balıkçısı olarak tanınan Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın Mavi Sürgün kitabından “Okuma tiyatrosu”nu her akşam farklı sanatçılar okuyor. Okuma bitene kadar Bodrum Kalesi’nden açılan tekne karşı kıyaya yol alıyor. Sonra duruyor ve güneşi Jehan Barbur ve Özkan Demir’in harika sesleriyle batırıyorsunuz. Ardından dönüş yolu başlıyor. Festival devam ediyor. Bu deneyimi kaçırmayın.
19 YILDIR SAHNELENİYOR
Festivalin kaldığım süre içerisinde en vurucu performansı ise Ashura’ydı. 2004 yılında İstanbul Tiyatro Festivali için hazırlanan ve yaklaşık 19 yıldır ulusal ve uluslararası arenada defalarca sahnelenen, ödüller alan Ashura’yı maalesef ben izleyememiştim. Aslında pazar günü dönecektim ama Mustafa ve Övül Avkıran izlemeyenlerin bir gece daha kalmasını tavsiye etti. Öyle bir oyun izledim ki, kalmasaydım çok pişman olurdum. Sahnede bir ekran, ekranda “Tarih boyunca Yahudiler Hristiyanları, Hristiyanlar Müslümanları, Müslümanlar Yahudileri, Yahudiler Müslümanları, Hristiyanlar Yahudileri,… ‘homojen’ bir toplum yaratmak uğruna din değiştirmeye, sürgüne ve ölüme zorladı. ‘Öteki’ şeytanlaştırılarak tarih yazıldı. Birlikte yaşamayı, ‘öteki’ ile barışmayı, karışmayı başaramadı insanoğlu. Çok kültürlü bir hayatı reddedip azaldı. Ama hep özledi, bütün dinlerin, dillerin, kültürlerin bir araya geldiği, birbirini anladığı bir dünyayı özledi” yazıyor ve siz yerine geçiyorsunuz. Oyun başlayana kadar bu yazıya maruz kalıyorsunuz ve maalesef bu gerçekle yüzleşiyorsunuz. Sahnede kırmızı bantların süslediği onlarca şişe var. Daha sonra siyah kostümleri ve beyaz şallarıyla performans sanatçıları sahneye geliyor. Ellerinde enstrümanları ve sandalyelerle yerleşiyorlar.
13 DİLDEN 26 ŞARKI SÖYLENİYOR
Övül Avkıran ekrana yansıyan yıl, nüfus sayımı ve o yıllarda konuşulan dillerin nüfusa göre yüzdesini ekrandan okuyor. Yani göç, zorunlu göç bize nüfus sayımı ve kaybolan dillerin şarkılarıyla anlatılıyor. 13 dilden 26 şarkı çoğalan nüfusa karşın azalan dil zıtlığıyla adeta tokat atıyor bu ülkede çoğunluğu temsil eden ve bunu düşünmeyen izleyiciye... Oyunun yönetmeni Mustafa Avkıran; “Ashura; yüzlerce yıldır, Anadolu toprakları üzerinde ‘homojen’ bir toplum yaratma adına oradan oraya savrulan, zorunlu olarak göç ettirilen insanları, dilleri, dinleri anlatmaktadır. Ashura; hicri yıl takvimine göre muharrem ayının onuncu günü, ‘ötekiler’ için yapılan bir taziyedir. Ashura; sözlü tarih ile gerçek bilgisinin müzik-tiyatro tanımı içinde yeniden sorgulamasıdır. Ashura; benim hikayemdir. Baba tarafı Arabistan’dan ana tarafı Yunanistan’dan gelen biri olarak, kendi hikayemi de içine katarak oluşturduğum bu yapı, karıştıkça zenginleşen ve içindeki her malzemenin gerçek tadını hissedebileceğim bir yoldur, yeni bir yol, yeniden çıkılan bir yol. Ashura: buğday, pirinç, su, şeker, fasulye, nohut, badem, ceviz, fındık, üzüm, kayısı, gülsuyu, karanfil, zencefil… Adı insanlık tarihi kadar eski Ashura, bize sürgünlerin göç yollarını anlatıyor” cümleleriyle tanımlıyor oyunu…
SİZİ KELİMESİZ BIRAKIYOR
Ashura; çok dinli, çok dilli ve bir arada yaşamayı bir süre de olsa başarmışların coğrafyasında zamanla çoğunluğun açgözlülükle azınlıkla kavgasını, tahammülsüzlüğünü, baskısını ve onu yok edişini o dillerin şarkılarıyla ve hareketle anlatırken, sahnedeki şişeler bazen acılar, olaylar, bazen de insanlar oluyor. Çağlar Yiğitoğulları bir kelime dahi kullanmadığı oyunda performansıyla sizi de kelimesiz bırakıyor. Hayranlıkla izliyorsunuz. Övül Avkıran, Sema Moritz, Nuri Harun Ateş, Levent Güneş, Orhan Topçuoğlu, Kamucan Yalçın, Mikail Yakut, Zeynep Ayşe Hatipoğlu, Selçuk Artut performanslarıyla bize görünenin ardındaki gösteriyor. Oyunun finaline susturulan diller beyaz şalların ağızları kapatmasıyla anlatılırken, sahneden Çiğdem Mater’e selam gönderiliyor. Oyun çıkışı size dağıtılan aşureyi yerken, 90 dakikada kendi ülkenizin çok kültürlü bir imparatorluktan tek kültürlü “baskıcı bir demokrasi”ye nasıl dönüştüğünü sorgulamaya başlıyorsunuz.
Ashura’yı mutlaka izleyin. Her zaman oynanmıyor oyun. Çünkü sahnedeki sanatçılarda aslında göçmen… Her biri başka bir ülkede yaşıyor, oyun için sahnede buluşuyorlar. Yani kökünü eline alıp ait oldukları yeri arayanlar, kökü koparılanların hikayesini anlatıyor bu oyunda… Kaçırmayın!