Bir X kuşağı mensubunun bayram özlemi
Malum-u aliniz son dönemde bu kuşak söylemi Z kuşağı ile bayağı popülerleşti. Fakat hoop siz yokken biz vardık diyerek bu hafta sizlere bir X kuşağı mensubunun eski bayramlarından ve özlemlerinden söz etmek istiyorum. İstanbul Ortaköy’de doğup büyümüş şanslı bir çocuktum ben. Mahallemiz gerçekten TV dizilerinde hep tasvir edilen birbirine yakın, sıcak insanların oluşturduğu bir mahalle idi. Şimdilerde acı bir şekilde tü kaka ilan edilen Ermeni ve Yahudi komşularımızla, dedikoducu teyzelerimizle, semtin güzel ağabeyleri olan bizden yaşça büyüklerle gül gibi geçinir giderdik. En büyük derdimiz aramızda para toplayarak bakkaldan zar zor aldığımız plastik topun yamuk çıkmasıydı.
İşte bu mahallede bayramlar da gerçekten bayram gibi geçerdi. Harçlıklarımızı alıp hemen torpil, kız kaçıran, füze, mantar tabancası gibi olmazsa olmaz ürünlere yönlendirirdik. Tabi ben her zamanki gibi sürünün kara koyunu olduğum için bütçenin büyük bir kısmını sahildeki sahaflardan birinde bulunan Fransız NBA dergisi Mondial Basket’e ayırırdım.
Bayram sabahı ritüelimiz önce bayram namazı, mezarlık ziyareti ve sonrasında Dere Pastahane’sinden börek alarak mahalleye gelip markete gelen gazeteleri düzenlemek, ekmekleri dizmek, siparişleri hazırlamaktı. He gazete konusunda ufak bir detay, eskiden bayramda ulusal gazeteler çıkmaz, sadece bayram gazetesi çıkardı. Sonra sonra bu kural yıkıldı. O telaşlı koşuşturmanın, mahallenin tüm çocukları, gençleri olarak bir işin ucundan tutmanın keyfi hala sımsıcak bir şekilde zihnimde.
Kurban bayramlarında ise extra bir ritüelim vardı. Evimizin arka tarafında yer alan eski papaz okulunun devasa bir bahçesi vardı. Neredeyse bir koru bile diyebilirdiniz. Bu alanın bir kısmı Ortaköy sakinleri tarafından (maalesef ki) kurban kesim alanı olarak kullanılırdı. Ben de çocuk aklımla gidip o kesimleri izlerdim. Şimdi kurban bayramı konusundaki tartışmalara girmek bu yazının konusu değil, o yüzden bu sulardan uzak duruyorum.
O zamanlarda da büyüklerimiz sürekli “Nerede o eski bayramlar” derdi. Tıpkı şimdi bizim dediğimiz gibi. Burada bir ikilem doğuyor bence, gerçekten o zamanki çocuk saflığımızla “E mis gibi bayram işte nesi var ki kötü olan ne” mi diyorduk? Yoksa biz de şimdi büyüdüğümüz için birçok şeyden keyif alamıyoruz da çocuklarımız “E mis gibi bayram işte nesi var ki, kötü olan ne” mi diyor? Ben oyumu gerçekten bayramların eskisi gibi olmadığı yönünden kullanıyorum çünkü yaş ve fiziken büyüyen ama içinde hala 80'lerdeki çocuğu barındıran bir adamım. Yolda gördüğüm gazoz kapağı ile bile saatlerce oynayıp mutlu olabilirim. O yüzden benim safım net, gerçekten bazı şeyler aşırı tatsız.
Gelelim ekranlara, bayramın gelmesi demek ekranlarda da bayram yaşanması demekti. Çünkü dönemin ruhu bayramları sağa sola bağlayarak uzun tatillere çıkmayı değil, evinde kalarak misafirlerini kabul etmek ya da büyüklerini ziyaret etmek demekti. Herkes de evinde olduğu için televizyon kanalları bayramın her gününü birbirinden ünlü ve popüler sanatçılarla doldururdu. 3 gün olan Ramazan Bayramı ve 4 günlük Kurban Bayramı için değme gazinoları geride bırakacak kadroların olduğu eğlence programları düzenlenirdi. Tabii bunlar sonradan adının “prime time” olduğunu öğrendiğimiz akşam kuşağı içindi. Gündüzleri ise Türk filmleri, kalitesi ile şimdiki garabetlerin tozunu attıracak yerli dizilerin bayram versiyonları ekranda arz-ı endam ederdi.
Bayağı bayağı bir nostalji yazısı oldu ama o güzel günleri yaşıtlarıma hatırlatmak, gençlere ise anlatmak için iyi bir fırsattı.
Tüm okurlarımıza sevdikleri ile mutlu bir hafta, mutlu bir bayram diliyorum.