En iyi tabak benimki şef!
Her yıl izleyici sayısını arttırarak, bu sene de seyircisini ekrana bağlayacak, TV8’in reyting rekortmeni yarışma programı Masterchef Türkiye, 3. sezonuna merhaba dedi. Haftalardır ana kadrosuna ulaşmak için yapılan zorlu elemeleri izlemeye devam ediyoruz. Bu haftanın sonunda nihayi 16 kişilik kadrosunu kurarak, geçen senelerde aşina olduğumuz grup oyunlarına başlayacak. Şahsen ben kurgusu, seçimleri ve izlenme pahasına yapılanları yadırgamadan seyrederek, keyif alıyorum. Acun Ilıcalı, format adaptasyonu deyince herhalde Türkiye’nin aklına gelen en önemli ismi. Yayın dönemini 3 ana programla başarıyla yürütüyor. Seyirci koklamak işinin sırrı.
Menşei İngiliz olan Masterchef, Türkiye versiyonu, gerek içindeki hayat öyküleri, gerek ajans oyuncusu tabiri yakıştırılan yarışmacılarının kattığı çatışmalar ile izlenme oranını arttırmaya yönelik kurgulanıyor. Dediğim gibi bundan rahatsız olarak izlenmesi halinde size beyhude bir sıkıntı vereceğine, böyle çeşitlilikleriyle Masterchef izlemek daha az yoruyor. Yıllarını mutfağa vermiş, işleri salt aşçılık olan kişilerden oluşan bir kadro ile yapılması halinde yine izlenecek ama sektör tabiriyle daha az seksi bir yayın olması kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle katılımcılarda kriterli çeşitliliğe gidiyor. Evet hepsinin elinde bir lezzet var. Kriter bu, sonrası renk katacak karakterler. Yabancı uyruklu, ev hanımı, yakışıklı, agresif, örtülü, geveze, sporcu, yaşamın kıyısından dönmüş, banko, sürpriz. Dizi gibi işte. Çatışma, heyecan ve devamlılığı merakla sağlıyor.
Gelelim jüriye. Bir baba, bir abi ve bir arkadaş. Öyle kanıksadık ki artık onları. Ekrandan hayranız herbirine. Mehmet Şef'ten korkuyoruz. Baba azarı gibi. Esip, kükrüyor. Mutfağın hiç kolay olmadığını, mesleğin ne denli disiplin gerektiğini öğretiyor bize. Mobbing'i görüyoruz. Babacanlığı görüyoruz. Ne yanlışlık varsa kibar olayım kaygısından uzak çarpıyor adamın yüzüne. Usta, çırak ilişkisini anlıyoruz. Bir restoranda önümüze gelen tabağın nasıl bir yolculukla servis edildiğini öğreniyoruz. Tatmıyor, hunharca çiğniyor kaşlarını çata, çata.
Somer Şef, abimiz. Yarışmacılara karşı, çoğu zaman motive edici, ama bazen gastronomi hakimiyetini öyle bir ifade ediyor ki, öz güveninin altında kalan yarışmacıları hissetmemek mümkün değil. Eziyor ama acıtmıyor hali. Doymak isteyen halinden de hiç gocunmuyor. Espirili ve tarz elbette.
Danilo Şef, ilk sezondan sonra gelen ama hemen kanımızın kaynadığı, iş bilen arkadaşımız gibi. Çok şık. Heyecanlarını paylaşıyor yarışmacıların. Aksanıyla ve hayli bizden tespitleriyle yarışmacılara koç tavrıyla yaklaşıyor. Gerçekten tadıyor. Poker face üslubuyla sadece eline sağlık diyor.
Yarışma ve jüriler, bize uzak bir terminolojiyi de hayatımıza katıyor. Teknikler, tabaklama, tadım kaşığı, bağlamalar, pişme dereceleri, görselin önemi, besin değerleri, hijyen ve daha birçok önemli öğeyi öğretiyor. Farkındalığımızı arttırıyor.
Bu sezon hızlı ve zor başladı. Evde 6 kişi izlerken, uykuluğu tanıyan tek kişi bendim. Deniz tarağını kaçınız bildi? Şimdi yine karış karış uluslararası mutfaklarda gezineceğiz. Türk ve Osmanlı mutfağından nefis örnekler göreceğiz. Yöreselden, genele canımız çekecek birçok yemeği. Yolu açık, şansları bol olsun yarışmacıların. Şimdiden banko gözüken Serhat ve Barbaros. Yarışma daha çok başında olmasına rağmen Berk İlter’de benim favori yarışmacım. Sezon sonuna kadar bir çok şef adayı parlayacaktır. Keyifle seyretmeye devam.
Kalın sağlıcakla.